whatsapp

Özgürleştirilmeyen her şey aptallaştırır

YAŞAM 30.03.2018 - 02:02, Güncelleme: 09.09.2021 - 14:46
 

Özgürleştirilmeyen her şey aptallaştırır

Dünya üzerindeki yaşamın sona ermesiyle; sonsuz refah yaşam ve ölümlüyken ölümsüzlüğe geçiş…
Birçok inanç sisteminde, inancın gereklerini yerine getirmek; yalnızca korku kaynaklı idi. Ateşlerde yanmak, dünya üzerinde yaşanan tüm acılardan daha büyük acılar yaşamak; kimsenin kabul edemeyeceği olgulardı. Üstelik sorgulamak ve yorumlamak, bu inançlarda tamamen yasaktı. Oysa; bireyi ve evreni yaratan Tanrı, mutlak itaat ve korku ile aidiyet yerine; düşünülmüş, çözümlenmiş ve özümsenmiş bir kabul edişi daha çok istemez miydi?.. Yıllarca kafamda büyüyen bu sorular; yaşımın ilerlemesi ve hayattan aldıklarım ile verdiklerimin ters orantıda olması nedeniyle daha da arttı… Bir sürü seremoni ile evreni yaratan yüceliğe bağlanmak güzeldi evet. Ama; bir sorun vardı: Bağlanmak, korkudan olmamalı; anlamak ve özümsemekten olmalıydı… Bağlanılan ne olursa olsun!.. Hayat boyu yaşanan acıların, karşılaşılan sorunlarda içinden çıkamayışların ya da tam tersi; mutlulukların bir nedeni olmalıydı. Ve bu benim beynimde herhangi bir yaratıcı ile ilgili değildi. Çünkü; ben sıcak evimde köpeğimle oynarken, bir başka yaratılmış soğukta titriyor olamazdı. Eğer böyle ise; durum hiç de adil değildi!.. Ve evreni yaratan, bedeni olduran ve ona ruh katan bir güç; bu adaletsizliğe göz yumamazdı… Yıllardan beri nesilden nesile aktarılan din öğretilerinde; mutlak bir gerçek vardı: Ceza!.. Deneyimlemeden, sorgusuz kabulleniş ve mutlak itaat gerektiren bir otoriteyi kabul etmek birçoğu için gayet kolaydı. Araştırmak, denemek, yanılmak, hırpalanmak, mantık yürütmek gibi birçok kavram; tembel zihinler için oldukça oyalayıcı görünmekteydi. Bazı tabu merkezi ülkelerde; yaratıcının sorgulanması halinde ceza uygulanması ve toplumsal dışlanma gibi nedenlere bağlı olarak; zihinde veri akışını analiz eden, karşılaştıran ve onayan bir merkezin gelişime kapatılması sonucu; koşulsuz aidiyetin yayılması olağan bir durumdu… Gelişmekte olan ülkelerde bile; çoğunluğun ait olduğu bir dine mensup değilseniz, ‘Öteki’ sayılabilirsiniz.. Bu farklılığınız (farkındalığınız) nedeniyle; zihin törpücüsü yöneticilerin mağduru olabilirsiniz.. İnandıklarınızdan dolayı; acıya maruz kalabilir, ötekileştirilebilir, hatta daha ileri boyutta ruh ve bedeninizin ayrılmasına şahit olabilirsiniz… Bu nedenledir ki; birçok deist, ateist, agnostik vb inanışları benimseyen insanlar, hep bir kamuflaj altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu kamuflajın; kabına sığmayan ruhlarda birçok çatlamaya neden olabileceği aşikârdır. Bu nedenle; sağlıklı ve birlik içinde sürdürülebilir bir yaşam için; mutlak ve mutlak; özgür beyinler ve özgür ruhlar yetiştirilmelidir. Her bireyin, kendi yargısı oluşana kadar; bütün öğretiler sunulmalı, tercihini kendi edinimleri doğrultusunda tasarlayabilmesi için; yeterli alan yaratılmalı ve yasalar ile bu durumun devamlılığı korunmalıdır. Ancak; bu şekilde kolektif mutluluk yakalanabilecek ve çağdaş yaşama kavuşulabilecektir… Unutmamak gerekir ki; her parmak izi gibi, her zihin de farklıdır. Zihni dolduran; öğretiler, edinimler, deneyimlerdir. Bu nedenle; bir sünger edasında bilgiyi emmeye çalışan minik beyinleri; dayatmacı, tek tip öğretim ile değil; birçok bilgiyi önüne koyarak, özgür yetiştirmeyi hedef almak, daha mantıklı bir çalışma sistemi olacaktır. Çünkü; ruhlar ve zihin özgür bırakılmadıkça; kolektif mutluluk yakalanamayacaktır… … ‘Yaşamak; bir ağaç gibi, tek ve hür, ve bir orman gibi; kardeşçesine’… Özgürlük ve Sevgiyle…
Dünya üzerindeki yaşamın sona ermesiyle; sonsuz refah yaşam ve ölümlüyken ölümsüzlüğe geçiş…

Birçok inanç sisteminde, inancın gereklerini yerine getirmek; yalnızca korku kaynaklı idi. Ateşlerde yanmak, dünya üzerinde yaşanan tüm acılardan daha büyük acılar yaşamak; kimsenin kabul edemeyeceği olgulardı.

Üstelik sorgulamak ve yorumlamak, bu inançlarda tamamen yasaktı. Oysa; bireyi ve evreni yaratan Tanrı, mutlak itaat ve korku ile aidiyet yerine; düşünülmüş, çözümlenmiş ve özümsenmiş bir kabul edişi daha çok istemez miydi?..

Yıllarca kafamda büyüyen bu sorular; yaşımın ilerlemesi ve hayattan aldıklarım ile verdiklerimin ters orantıda olması nedeniyle daha da arttı… Bir sürü seremoni ile evreni yaratan yüceliğe bağlanmak güzeldi evet. Ama; bir sorun vardı: Bağlanmak, korkudan olmamalı; anlamak ve özümsemekten olmalıydı… Bağlanılan ne olursa olsun!..

Hayat boyu yaşanan acıların, karşılaşılan sorunlarda içinden çıkamayışların ya da tam tersi; mutlulukların bir nedeni olmalıydı. Ve bu benim beynimde herhangi bir yaratıcı ile ilgili değildi. Çünkü; ben sıcak evimde köpeğimle oynarken, bir başka yaratılmış soğukta titriyor olamazdı. Eğer böyle ise; durum hiç de adil değildi!.. Ve evreni yaratan, bedeni olduran ve ona ruh katan bir güç; bu adaletsizliğe göz yumamazdı…

Yıllardan beri nesilden nesile aktarılan din öğretilerinde; mutlak bir gerçek vardı: Ceza!.. Deneyimlemeden, sorgusuz kabulleniş ve mutlak itaat gerektiren bir otoriteyi kabul etmek birçoğu için gayet kolaydı. Araştırmak, denemek, yanılmak, hırpalanmak, mantık yürütmek gibi birçok kavram; tembel zihinler için oldukça oyalayıcı görünmekteydi.

Bazı tabu merkezi ülkelerde; yaratıcının sorgulanması halinde ceza uygulanması ve toplumsal dışlanma gibi nedenlere bağlı olarak; zihinde veri akışını analiz eden, karşılaştıran ve onayan bir merkezin gelişime kapatılması sonucu; koşulsuz aidiyetin yayılması olağan bir durumdu…

Gelişmekte olan ülkelerde bile; çoğunluğun ait olduğu bir dine mensup değilseniz, ‘Öteki’ sayılabilirsiniz.. Bu farklılığınız (farkındalığınız) nedeniyle; zihin törpücüsü yöneticilerin mağduru olabilirsiniz.. İnandıklarınızdan dolayı; acıya maruz kalabilir, ötekileştirilebilir, hatta daha ileri boyutta ruh ve bedeninizin ayrılmasına şahit olabilirsiniz…

Bu nedenledir ki; birçok deist, ateist, agnostik vb inanışları benimseyen insanlar, hep bir kamuflaj altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu kamuflajın; kabına sığmayan ruhlarda birçok çatlamaya neden olabileceği aşikârdır. Bu nedenle; sağlıklı ve birlik içinde sürdürülebilir bir yaşam için; mutlak ve mutlak; özgür beyinler ve özgür ruhlar yetiştirilmelidir.

Her bireyin, kendi yargısı oluşana kadar; bütün öğretiler sunulmalı, tercihini kendi edinimleri doğrultusunda tasarlayabilmesi için; yeterli alan yaratılmalı ve yasalar ile bu durumun devamlılığı korunmalıdır. Ancak; bu şekilde kolektif mutluluk yakalanabilecek ve çağdaş yaşama kavuşulabilecektir…

Unutmamak gerekir ki; her parmak izi gibi, her zihin de farklıdır. Zihni dolduran; öğretiler, edinimler, deneyimlerdir. Bu nedenle; bir sünger edasında bilgiyi emmeye çalışan minik beyinleri; dayatmacı, tek tip öğretim ile değil; birçok bilgiyi önüne koyarak, özgür yetiştirmeyi hedef almak, daha mantıklı bir çalışma sistemi olacaktır. Çünkü; ruhlar ve zihin özgür bırakılmadıkça; kolektif mutluluk yakalanamayacaktır…

… ‘Yaşamak; bir ağaç gibi, tek ve hür, ve bir orman gibi; kardeşçesine’… Özgürlük ve Sevgiyle…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.