whatsapp

Şiir devrim yapmaz devinimini hızlandırır

KÜLTÜR - SANAT 15.02.2019 - 12:37, Güncelleme: 09.09.2021 - 14:46
 

Şiir devrim yapmaz devinimini hızlandırır

Kalender, şair ve yazarların kendi gerçeğinden beslendiği kadar yaşamdaki herkes ve her şeyden de beslendiğini belirterek, “Bizde hâlâ yazı kişileri ile yazarı aynı kimlikte görme hatası sürüyor” diyor Arife Kalender 1970 yılından beri şiirin içinde… Kendisini ‘ağır şiir işçisi’ olarak niteleyen, son yıllarda şiirin yanı sıra şiir incelemelerine de ağırlık veren Kalender, bir süredir öykü kitaplarıyla da dikkatleri çekiyor. Arife Kalender ile Hayal Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı “Herkesin Karanlığı” ve şiir kitabı “Yağmur Sandım Kendimi” üzerine konuştuk. ► Sizin için önemli olan Şair Arife Kalender mi, yazar Arife Kalender mi? Sevgili Kadir, şiir benim için her zaman önceliklidir. Edebiyata emek veren her şair, her yazar yazarlık alanının ne olduğunu bilir. Kimisi şiirle başlayıp düzyazıya geçerken, kimisi de tersini dener. Ortaokul yıllarımdan bu yana “şair” olduğumu düşünürüm. Çünkü o gün de, bu gün de şiire daha yakın durduğumu, onun penceresinden baktığımı ve beslendiğimi fark ettim. Daha önce de söylediğim gibi; temalar bize hangi dalda yazacağımızı, onun dilini söyler. Kimisi “beni şiir olarak yazmalısın” derken; başkası öykü, roman, deneme diye diretir. Her birinin dili, edası, boyu posu, içeriği farklı. Önemli olan bunları ayırt edebilmek. Bir insan edebiyatın her alanında ürün verebilir. Burada üründen çok onun niteliği, ne olup ne olmadığı önemli bence. Soruna dönecek olursam: Birçok dalda kafa yormuş, emek çekmiş olsam da elli yıldır şiir soluyan birisi olarak, önceliğim hep şiir. ► “Şiir, öykü gerçeğinin yazanın gerçeğinden ayrı düşünülmesi bizde oldukça zor” sözünüzü hatırlatarak sormak istiyorum. Bu durum şairi/yazarı kısıtlıyor mu? Biz şair ve yazarlar kendi gerçeğimizden beslendiğimiz kadar, yaşamdaki herkes ve her şeyden de besleniriz. Yazının gerçeği ile yazarın gerçeği farklıdır. Bizde hâlâ yazı kişileri ile yazarı aynı kimlikte görme hatası sürüyor. Örneğin: “Seni Seviyorum Ahmet” şiirimdeki Ahmet’i sormayan kalmamıştı. Oysa erkek egemeni edebiyat dünyasında, o adı tüm erkekleri temsilen koymuş, bir kadının da aşkını özgürce söyleyebileceğini kurgulamıştım. Aynı şekilde öykülerimdeki aşkları da, benim yaşadığımı sanıyorlar. En son Varlık’daki “Yatağın Söylediği” şiirimde yatağın “eskidin” demesine bile “Şairler eskimez” yorumları yapıldı. Elbette bu aynılaştırma durumları yazarı etkiliyor, zaman zaman kısıtlıyor. Özellikle yazar, şair kadınları…“Kime yazdın, niye yazdın” soruları acıtıcı sonuçlara götürebiliyor. Aynı şey devlet baskısı için de söz konusu. Az mı hapishanede yatan şairler, yazarlar tanıdık? Yazdıkları yüzünden kimlerin hayatı kararmadı? ► Şiirin ve öykünün okurdaki etkisi üzerine neler söylemek istersiniz? Edebiyat yaşamı değiştirir, dönüştürür. Bir söyleşide: “Şiir devrim yapmaz, ince ince onun devinimini hızlandırır” demiştim. Bu nedenle çağlar boyu sakıncalı görülmüş, şairleri yakılıp, asılmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi kitaba, çeviriye, okumaya aynı hızla devam edilseydi, bugünkü kabalıkları yaşar mıydık? Geldiğimiz noktada sanatın yaşamdan uzak tutulmasının her türlü izini görebiliyoruz. Söylediklerim tüm sanat dalları için geçerli. Sanat insanları eğitir, değiştirir, inceltir. Müziksiz, tiyatrosuz, şiirsiz, öyküsüz bir toplumun; yalnızca üreme ve yemeğe yönelik programlarının sonuçları ortada… ► “Anladım, beni hiç yazmamış ömrüne,” dizenizi düşündüğümde aklıma ilk şiirinizi yazdığınız günden bugüne verdiğiniz mücadele geliyor. Hemcinslerinize ses, ışık olma mücadelesi… “Yağmur Sandım Kendimi” adlı son şiir kitabımdaki “Babaların Kızları” başlıklı şiirim; tarihsel, psikolojik, toplumsal olarak baba-kız ilişkisini, aynı zamanda erkek-kadın ikileminde ele aldığım bir şiir. Dikkat edilirse diğerler şiirlerimdeki gibi; bunda da ağlayan, şikâyet eden kadından ziyade; diklenen, hesap soran bir kadın var. Kendimde sorguladıklarımı, şiir-öykü kadınlarıma da sorgulattım. Burada, annelerin kızlarını ‘baba yasalara’ göre eğittikleri ve boyun eğdirmeye çalışmaları önemli bir nokta. Ömrüm boyunca hem edebiyat dünyasında, hem kendi yaşantımda bir cinsin varoluş mücadelesini, ezilen erkeği ötelemeden öne almaya çalıştım. Bu konuda: “Kadın Burcu” kitabımda kadının bedensel acılarını şiirde vermeye çalışırken; “Delibal”da ise anaların ilk ve son başvuru yeri olan “Tanrıyla Konuşmalar” ı sorgulattım. Daha sonra “Süleyman aklımı elleme” diyerek, beyinsel kimliklerine sahip çıktılar. “Silahımı Bıraktım”da Cemal Süreya’ya: “Bedenimde hiç kimsenin hakkı yok/ alırsa elimden aşk alır ancak” dediler. Kısaca canım yandıkça isyan ettim, İsyan ettikçe yazdım. “Hem bendim, hem değildim o kadın/ Canımın dallarında tenimde sakladığım”… Bir gün

Kalender, şair ve yazarların kendi gerçeğinden beslendiği kadar yaşamdaki herkes ve her şeyden de beslendiğini belirterek, “Bizde hâlâ yazı kişileri ile yazarı aynı kimlikte görme hatası sürüyor” diyor

Arife Kalender 1970 yılından beri şiirin içinde… Kendisini ‘ağır şiir işçisi’ olarak niteleyen, son yıllarda şiirin yanı sıra şiir incelemelerine de ağırlık veren Kalender, bir süredir öykü kitaplarıyla da dikkatleri çekiyor. Arife Kalender ile Hayal Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı “Herkesin Karanlığı” ve şiir kitabı “Yağmur Sandım Kendimi” üzerine konuştuk.

Sizin için önemli olan Şair Arife Kalender mi, yazar Arife Kalender mi?

Sevgili Kadir, şiir benim için her zaman önceliklidir. Edebiyata emek veren her şair, her yazar yazarlık alanının ne olduğunu bilir. Kimisi şiirle başlayıp düzyazıya geçerken, kimisi de tersini dener. Ortaokul yıllarımdan bu yana “şair” olduğumu düşünürüm. Çünkü o gün de, bu gün de şiire daha yakın durduğumu, onun penceresinden baktığımı ve beslendiğimi fark ettim. Daha önce de söylediğim gibi; temalar bize hangi dalda yazacağımızı, onun dilini söyler. Kimisi “beni şiir olarak yazmalısın” derken; başkası öykü, roman, deneme diye diretir. Her birinin dili, edası, boyu posu, içeriği farklı. Önemli olan bunları ayırt edebilmek. Bir insan edebiyatın her alanında ürün verebilir. Burada üründen çok onun niteliği, ne olup ne olmadığı önemli bence. Soruna dönecek olursam: Birçok dalda kafa yormuş, emek çekmiş olsam da elli yıldır şiir soluyan birisi olarak, önceliğim hep şiir.

► “Şiir, öykü gerçeğinin yazanın gerçeğinden ayrı düşünülmesi bizde oldukça zor” sözünüzü hatırlatarak sormak istiyorum. Bu durum şairi/yazarı kısıtlıyor mu?

Biz şair ve yazarlar kendi gerçeğimizden beslendiğimiz kadar, yaşamdaki herkes ve her şeyden de besleniriz. Yazının gerçeği ile yazarın gerçeği farklıdır. Bizde hâlâ yazı kişileri ile yazarı aynı kimlikte görme hatası sürüyor. Örneğin: “Seni Seviyorum Ahmet” şiirimdeki Ahmet’i sormayan kalmamıştı. Oysa erkek egemeni edebiyat dünyasında, o adı tüm erkekleri temsilen koymuş, bir kadının da aşkını özgürce söyleyebileceğini kurgulamıştım. Aynı şekilde öykülerimdeki aşkları da, benim yaşadığımı sanıyorlar. En son Varlık’daki “Yatağın Söylediği” şiirimde yatağın “eskidin” demesine bile “Şairler eskimez” yorumları yapıldı. Elbette bu aynılaştırma durumları yazarı etkiliyor, zaman zaman kısıtlıyor. Özellikle yazar, şair kadınları…“Kime yazdın, niye yazdın” soruları acıtıcı sonuçlara götürebiliyor. Aynı şey devlet baskısı için de söz konusu. Az mı hapishanede yatan şairler, yazarlar tanıdık? Yazdıkları yüzünden kimlerin hayatı kararmadı?

Şiirin ve öykünün okurdaki etkisi üzerine neler söylemek istersiniz?

Edebiyat yaşamı değiştirir, dönüştürür. Bir söyleşide: “Şiir devrim yapmaz, ince ince onun devinimini hızlandırır” demiştim. Bu nedenle çağlar boyu sakıncalı görülmüş, şairleri yakılıp, asılmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi kitaba, çeviriye, okumaya aynı hızla devam edilseydi, bugünkü kabalıkları yaşar mıydık? Geldiğimiz noktada sanatın yaşamdan uzak tutulmasının her türlü izini görebiliyoruz. Söylediklerim tüm sanat dalları için geçerli. Sanat insanları eğitir, değiştirir, inceltir. Müziksiz, tiyatrosuz, şiirsiz, öyküsüz bir toplumun; yalnızca üreme ve yemeğe yönelik programlarının sonuçları ortada…

“Anladım, beni hiç yazmamış ömrüne,” dizenizi düşündüğümde aklıma ilk şiirinizi yazdığınız günden bugüne verdiğiniz mücadele geliyor. Hemcinslerinize ses, ışık olma mücadelesi…

“Yağmur Sandım Kendimi” adlı son şiir kitabımdaki “Babaların Kızları” başlıklı şiirim; tarihsel, psikolojik, toplumsal olarak baba-kız ilişkisini, aynı zamanda erkek-kadın ikileminde ele aldığım bir şiir. Dikkat edilirse diğerler şiirlerimdeki gibi; bunda da ağlayan, şikâyet eden kadından ziyade; diklenen, hesap soran bir kadın var. Kendimde sorguladıklarımı, şiir-öykü kadınlarıma da sorgulattım. Burada, annelerin kızlarını ‘baba yasalara’ göre eğittikleri ve boyun eğdirmeye çalışmaları önemli bir nokta.

Ömrüm boyunca hem edebiyat dünyasında, hem kendi yaşantımda bir cinsin varoluş mücadelesini, ezilen erkeği ötelemeden öne almaya çalıştım. Bu konuda: “Kadın Burcu” kitabımda kadının bedensel acılarını şiirde vermeye çalışırken; “Delibal”da ise anaların ilk ve son başvuru yeri olan “Tanrıyla Konuşmalar” ı sorgulattım. Daha sonra “Süleyman aklımı elleme” diyerek, beyinsel kimliklerine sahip çıktılar. “Silahımı Bıraktım”da Cemal Süreya’ya: “Bedenimde hiç kimsenin hakkı yok/ alırsa elimden aşk alır ancak” dediler. Kısaca canım yandıkça isyan ettim, İsyan ettikçe yazdım. “Hem bendim, hem değildim o kadın/ Canımın dallarında tenimde sakladığım”…

Bir gün

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.