Neden daima Atatürk
Falih Rıfkı’nın her talebenin okuması gereken temel kitap olan Çankaya adlı eserinde kitabında askeri tarih kayıtlarında yer alan şekliyle, Stajyer Kolağası Mustafa Kemal, staj için gönderildiği Suriye’de 5. Kolordu’daki amirlerine verdiği 24 Haziran 1907 tarihli raporda, “yaklaşan savaşta tüm Orta Doğu cephesinin (Kanal, Hicaz ve Kudüs) kaybedilebileceğini, bu itibarla Osmanlı ordularının esas tahkimatının Musul-Halep-Lazkiye hattında teşekkül ettirilmesi ve ana vatanın savunma hattının bu olması gerektiğini” söyler.
Bu artık çok yaygın bilinen bir tarihi bilgi. Ancak, bundan daha çarpıcı olan cümlesi ise: “Siyasi hedefimiz Osmanlı’nın içinden bir Türk Devleti çıkarmak olmalıdır” Bu tespitini de, adeta bir komutan gibi stratejik hedef olarak tarihe daha 1907’de kaydeder. Bunu söylerken taze bir kolağasıdır ve daha 26 yaşındadır. İşte bir askerden komutan, komutandan devlet adamı, devlet adamından Efsane çıkaran da bu nadir kişilik ve dehadır.
Atatürk savaş meydanlarından “İlk Hedefiniz AK’denizdir” şiarıyla, zaferden sonra sıralanacak hedeflerinin işaretini vererek, yetişmesinin ve kişiliğinin ürettiği bir Devrim’i ve onun eserlerini tek tek gerçekleştirerek, Tarih’in, Platon’un öngördüğü Filozof Hükümdar kişiliklerinin arasında müstesna yerini aldı. Kitap okuyan ve anlayan nadir devlet adamlarından olduğuna şüphe yok. Zira okuduklarından muazzam bir zihni terkip ve onu hayata geçirecek bir aksiyon üretebilmiş ve kurduğu Devlet aygıtıyla Tarih’in “ebediyete akıp giden” on yıllarının yönünü değiştirebilmiştir.
Anıt Kabir Kütüphanesi’ndeki 4 bin küsur ve diğer kurumlardaki ilave bin küsur kitaplarına baktığınızda, Aristo, Platon, Spinoza, Descartes, Rousseau, Voltaire, Montaigne, Durkheim, Comte, Montesquieu’den, matematiğe, bilime, mühendisliğe, İbn Haldun’dan Farabi’ye, Namık Kemal’den, Köprülü’ye, Tevfik Fikret’e, Türk ve İslam tarihine ait olanlar da dahil, 20. Yüzyıla kadar büyük eserlere uzanan muazzam bir manzumeyi hayranlıkla görüyoruz ve hatta mahcup oluyoruz. Ama daha önemlisi bu kitapların içinde kendi eliyle aldığı derkenarlar ve yorumlar hepsi okunmuş kitaplar ve bu kitaplardan türetilmiş yeni bir medeniyet...
Savaş alanında yeni bir devlet kurma hedefini daha on beş yıl önce kurguladıktan sonra kurduğu Devlet’i “temelinde Kültür yatar” diye tanımlayabilmek, Tarih boyunca hiçbir askere, kurucuya, devlet adamına nasip olmadı. Kültür’ü esasen temel anlamıyla, yani topraktan hayat çıkarmak olarak algıladığını da önce ziraatı, sonra sanatı Bozkır’ın ortasında bir medeniyet üretimine dönüştürerek gösterdi. Atatürk Orman Çiftliği’nden konservatuarlara, resim heykel okullarına, tiyatrolara, laboratuvarlardan tarih ve dil kurumlarına, ziraat ve madenciliği destekleyen bankalardan Köy Enstitülerine uzanan ve 15 yıllık bir ömre sığdırılmış muhteşem Hadise bir Devrim’in çok ötesinde bir Medeniyet Projesidir ve benzerlerinin hepsinden daha uzun ömürlü olmuştur. Zira her devrim arkasından bir medeniyet üretmemiştir. Zira yıkmakla yetinmiştir devrimlerin çoğu. Atatürk’ün farkı ve ölümsüzlüğü yıktığının yerine yeniyi inşa edebilmiş olmasından ve o eserin bilim, sanat, kültür ve akla dayanan kalıcılığından gelmektedir. Milletinin emrine sunduğu vasıtalar, araçlar, kurumlar, Vatan diye tanımladığımız toprak üzerinde ekmeğini, makinasını, refahını ve egemenliğini kendi üretebilen bir toplum kurma yolunda hala nemalandığımız gücümüzdür.
Hedefi, inancı ve umudu çocuklar ve gençlerdir. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında Atatürk, millet tanımını kültürü öne alan bir tanımlama biçiminde yapar. Buradan Kültür kavramını ne kadar kapsayıcı ve kurucu bir yapıtaşı olarak gördüğünü ve düşünce sisteminin insicamını, tutarlılığını görüyoruz. Millet, dil, kültür ve ülkü birliğine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal birlik olarak tanımlanır. Bu tanım, onun subjektif ve kültürel millet anlayışını benimsemiş olduğunu ifade eder. Bakın Millet tarifini nasıl yapmış:
a)Zengin bir hatırat mirasına sahip bulunan,
b)Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvakkatte samimi olan;
c)Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri
Müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı
Verilir.”
21. yüzyılda hala Anayasal Vatandaşlık kavramı esasında bir millet tanımına ihtiyacımız olduğunu göz önünde bulundurursak, 1924 Anayasası’na bizzat koydurduğu bu tanım ve kavram, belki de temel siyasal ve anayasal sorunlarımıza çözüm olabilecek anahtardı. En büyük zaferi “aklı” özgürleştirmiş, bilimi insanlığın emrine sunmuş ve kadın-erkek eşitliğini sağlamış olmasıdır. Laiklik, rasyonalizm, pozitifizm, medeni hukuk bu mucizenin kurucu araçlarıdır. Bu mucize beraberinde İnsanlık Tarihine bir Türk Hümanizması hediye etmiştir. Sadece bağımsız, özgür, egemen olmadık, aynı zamanda İnsanlığa ve “mazlum milletlere” ilham ve emsal olduk. Gandhi, Nehru ve Cinnah ayrı ayrı bu ilhamın talebeleri olduklarını söylerler. Onurumuz ve gururumuz da buradan gelmelidir. Eserini gençlere emanet etmenin sadece nutuklarını iratla kalmamış, bilimsel metotlarını da onlara göstermiştir. Filozof Hükümdar kimliğini hak ettiren vasfı da budur.
Kendisini Tarih’te nasıl konumlandırdığını zarif bir tevazuuyla gösteren ve bu yazının başlangıcına ışık tutan bir sözü, esasen herzeyi izah ediyor: İstanbul Üniversitesi’ni ziyareti sırasında kendisine “Siz mi Napolyon mu daha büyük lider?” diye soran bir kız öğrenciye, “Napolyon milletiyle başladı, kendisiyle bitirdi. Ben kendimle başladım ama Milet’imle bitirdim ve siz gençlere bırakıyorum”
Ölümsüz Atatürk’e sonsuz ihtiram ve sadakatle.