Doğup büyüdüğüm halen irtibatımı kesmediğim köyümde şimdilerde nostalji olan yaşamı aktarmaya çalışacağım.
Çocukluğumda köyüm çok kalabalıktı. Geçim derdi bu kadar derinleşmemişti. Herkes tarlasından hayvanından kazandığı gelirle yaşıyordu.
Şimdiye bakıyorum!
Şair Cahit Külebi’nin şiirinde yazdığı gibi;
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
diyerek anlatır köylerdeki yalnızlığı.
Biraz ona benzer yaşadıklarımla harman olmuş duygularım.
Benim yaşadığım, çocukluğumun geçtiği Gökhüyük köyünde Suğla ovası ve gölü çevre yaşamlara hayat veriyordu. Tarlalar verimli meralar otla kaplıydı. Hayvancılık çok ileriydi. Şimdilerde ne doğru dürüst gölü kaldı. Ne ovası. Nede meraları yani harman yerleri tamimiyle işgal edildi.
Bizim oralarda her köyün, her mahallenin yeşillik alanları olurdu. İsteyen de yaylaya giderdi. Köyün muhtarı talimatıyla bekçi uygun zamanda tellal ile yüksek yerlere çıkarak duyuruları yapardı.
Hasat zamanlarında harman yerleri belirlenir herkes oralara ürününü getirirdi patoz veya düvenle mahsulünü alırdı.
Köyde her şey tersine gitti. Sağcı sermaye iktidarlarında Suğla gölü yapay bir göle çevrildi Suğla ovasıyla birlikte küçüldü. Köylü hazine arazisini de ekemez oldu. Yapılan toplulaştırmayla meralar harman yerleri birkaç kişiye verildi. Sonra mı? Zamanın albenisine ve popüler konulara, günlük küçük kazanımlara kanarak doğal, kültürel değerlerimizi elimizden çıkıp gitti. Halkın yararlandığı meralar ve harman yerleri birkaç şahıssa geçti.
Her köyüme gittiğimde harman yerlerine bakıyorum işgal altında. O harman kaldırdığımız günler aklıma gelir. Yüreğim sanki kan ağlar. Atalarıma, aramızdan ayrılan dağ yürekli güzel insanlara saygı adına bu yazıyı paylaşıyor ve onların ruhlarına gönderiyorum…
Bizim ne güzel dağlarımız, yaylalarımız, derelerimiz ve kanallarımız vardı dememek için bir daha düşünelim derim.