Geçmiş zaman genellikle çocukluğumuzun en masum ve kaygısız yıllarını kapsar. O dönemlerde zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamıyor insan. Geriye dönüp baktığımızda her şey doğal bir şekilde yaşanan yıllardı. Her şey sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissedilirdi. Ancak büyüdükçe zamanın hızı, anlamı ve yükü değişmeye başlar. Geçmiş, bir bakıma şimdiki zamanın gölgesidir. Ama geçmişi hatırlamak, geçmişle yüzleşmek her zaman kolay değildir. Geçmiş, bazen çok net bir şekilde gözlerimizin önüne gelir; o eski şarkılar, o eski kokular, o eski yüzler bazen de geçmişin hatıraları, ardında büyük boşluklar bırakır. Kimse geçmişi tam olarak hatırlayamaz çünkü geçmiş her zaman bir parça kayıptır, kaybolmuş bir yerin izleridir. Evvel zaman, taşıyamayacağımız kadar büyük bir yüktür. Pişmanlıklar, üzüntüler ve kayıplar! İnsanlar içten bir ah der! Ne zaman bir şey anlatmak istesek, dilimizde zamanla ilgili kelimeler tükenir. Bizler, bu kaybolan zamanları, küçük parçaları toplarız biriktirerek. Tıpkı hatıra defteri gibi. Her sayfasında yaşanmışlıklar. İşte onlar bir fotoğraf gibi donmuş hayatlardır. O anlara bakmak yalnızca nostaljiye dalmak değildir. O eski zamanları anarken, bugünü ve geleceği de anlamaya başlarız. Tabi! Bu durum çağın getirdiği zamanla da ilgilidir. Bu anları bir arada tutmak çok zordur. İç içe geçmiş bir kavramdır.
Bu durum zamanın farklı yüzüdür. Yoksa geçmişi düşündüğümüzde, o zamanlar ne kadar geride kaldığını anlarız. Ama geleceği düşündüğümüzde yenilikleri değişimleri görürüz. Buna kimimiz kabullenemez kimiz de bu zaman içini keyifle yaşar. Zamanın geriye akmıyor. Tıpkı bir ırmak gibi! Zamanın her farklı diliminin farkını anlamaya çalışmak gerekir. Evvel zaman içinde bizler vardık yaşadık. Yeni nesille de varız yaşayabildiğimiz kadar var olmalıyız. Kuşak farkımız endişe korku ayrılık değil zamanın içerisinde birlikte kucaklaşmaktır.