Kağnı-ses: Sazı yine silah gibi sağ ayağının yanında idi ve bu ayağı gayet küçük bir hareketle yerden kalkıyor ve tekrar parkelere dokunuyordu.
O zaman içinde bir şeyin burkulduğunu hissettim. Genç adamın bütün karamsarlığı, bütün kırgınlığı, bütün kırılan ümitleri bu ufak ayak hareketlerinde kendini gösteriyordu.
Ayın şavkı vurur sazım üstüne,
Söz söyleyen yoktur sözünün üstüne,
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne,
Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.
Sekiz yıldır uğradığım yurduma,
Dert ortağı aramadım derdime,
Geleceksen bir gün düşüp ardına,
Kula değil, yüreğine sor beni.
Arkadaşının tepeden bakan gülüşü ve söylerken: “Bu en açık hakikatleri de bana ne diye söyletirsin sanki?” demek isteyen kendinden emin ve isteksiz tavrı gözünün önünden gitmiyordu.
Ona kızar gibi oldu. Ruhunun durgun suyunu attığı bir taşla onu böyle rahatsız eden, iyi kurulmuş bir makine gibi senelerden beri hiç aksamadan belirli birkaç formül içinde işleyen maneviyatını birden sarsan bu küstah eski dostun buna hiç hakkı olmadığını düşündü.
Yüksek ve üzerinde yer yer otlar fışkıran bir duvara dayanıp yarı kapalı gözlerini yukarıya kaldırınca etrafa alacakaranlığın çökmüş olduğunu gördü. Gideceği yere yaklaşmış biri gibi derin bir nefes aldı. Önünde, üzerinden demiryolu geçen bir köprü vardı. Bunun altına doğru, duvarlara tutunarak yürüdü. Ayakları titriyor ve göğsü müthiş hırıltılar çıkararak inip kalkıyordu. “Buracıkta ölebilirim!” diye düşündü.