Herkesin yaşamında bir çocukluk veya gençlik hikâyesi vardır. Bir araya gelindiğinde eski günlerden anımsadığımız aklımızda kalan masallardan, oynadığımız oyunlardan, arkadaşlık ilişkilerinden söz ederiz. Bizim çocukluğumuzda dondurma alıp yeme bir hayaldi. En fazla gazoz içeceğimizdi. Köy bakkalından aldığımız, sıradan şeker leblebi sanki bir sevinçti. Sokaklarda, bahçelerde geliştirdiğimiz oyunları anımsadıkça o eski günleri yeniden yaşarız.
Aradan çok uzun yıllar geçti. Bugün çocukların oynadığı oyunlar değişip farklılaştı, telefon ve bilgisayarlar günlük yaşama girdi. O dönemde yediğimiz gıdalar, şimdikilerden daha mı lezzetli sağlıklı mıydı bilemiyorum. Şunu söyleyebilirim. Gerek satın alabilme gücümüz, gerekse çevremizde bulabildiklerimiz o kadar sınırlıydı ki, yalnız yediklerimiz değil, her şey bize çok güzelmiş gibi gelirdi. Kısacası alabildiklerimiz bizim için en iyileriydi, en güzelleriydi! Amacım kesinle eskiye özlem ya da kuşaklar arasında bir kıyaslama yapmak değildir. Gençken, kimi sözleri yaşlılardan duyduğumuzda burun kıvırırdık. Efendim eski bayramlar şöyleydi, eski insanlar daha erdemliydi, eskiden hayat çok daha huzurluydu gibi. Hepimiz çağın getirdiği bilimsel gelişmeler doğrultusunda, olanaklarımızın sağladığı sınırlar içerisinde, kendi dönemimizi yaşıyoruz. Buna karşın çocukluk özleminin sanki hiçbirimizde eksilmediğini de görüyorum.
Cahit Sıtkı Tarancı bu özlemi sıkça dizelerinde dile getirmiştir. Nitekim onun ünlü Otuz Beş Yaş şiirindeki şu dize gibi: “Sanki ne diye yola çıktık? Çocukluk!”
Yanılmıyorsam Brezilyalı ünlü yazar Jorge Amado söylemişti: İnsanın anayurdu çocukluğudur!
Evet, hangi yaşta olursak olalım, çocukluk anıları hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkabiliyor. Bazen özlemle, bazen hüzünle, bazen de mutlulukla…