Karmatiler nesiller boyunca ayakta kalmayı başarabilen, komünist bir toplumun tarihteki ilk örneğidir. Ancak onlar sonsuza kadar, İslam dünyası üzerinde şok etkisi yaratan Mekke’de işledikleri saygısızlık ile hatırlanacak gibi gözüküyor.
Karmatiler 894'ten 1078'e kadar neredeyse iki yüzyıl boyunca, İslam dünyasının kalbinde önemli ve tehditkâr bir rol oynadılar.
Küçük bir Şii mezhebi olan ve sayıları nispeten az olan Karmatiler coğrafi olarak dağınıktılar ve hem Sünni Müslüman çoğunluk hem de diğer Şiiler tarafından sapkın olarak görülüyorlardı. Karmatilere göre içki haram değildi, güneş doğmadan iki rekât, güneş battıktan sonra da iki rekât namaz kılıyorlar ve yılda iki gün oruç tutuyorlardı. Kıbleleri ise Mekke değil, Kudüs’tü ve ilk ehlibeyt inancına sahip olduklarını söylüyorlardı. Karmatiler İslam yıllıklarında büyük ölçüde unutulmuş ve sadece tarihsel bir dipnot haline gelmişlerdir. Karmatilerin yüzyıllar boyunca kolektif Müslüman bilinci ve ruhu üzerinde önemli etkisi olmuştur.
Karmatiler, İslam dünyasında nesiller boyunca, Mekke'de işledikleri saygısızlık ile hatırlanır. Ancak, bu saygısızlığın yanı sıra, Karmatilerle ilgili dikkat çeken şey, bağımsız devletlerini örgütlemede benimsedikleri yol ve yöntemler ile işlerini eşitlikçi bir çizgide yürütmeleridir. Karmatilik, birçok yönden kardeşliğe ve eşit paylaşıma dayanan bir toplum yaratmak için, vizyonlarını ve ideallerini uygulamaya koyan bir hareketti. Aynı zamanda, topraklarını savunmak ve genişletmek için cesur ve şiddetli askeri kampanyalar yürütmeye hazırdılar. Amerikalı şair ve eleştirel deneme yazarı Kenneth Rexroth, "Komünizm: Kökenlerinden Yirminci Yüzyıla" adlı kitabında, Karmatilerden: "Yirminci yüzyıldan önce ortaya çıkan, büyük toprakları kontrol eden ve bir nesilden fazla dayanan, muhtemelen tek komünist toplum olmuşlardır" diyerek bahsetmiştir.
Karmatiler ilk olarak Güney Irak'ta Abbasi halifeliği döneminde, zamanın İsmaili hareketinin bir parçası olarak ortaya çıkmışlardır. Bâtıniler olarak da bilinen ve adını İsmail bin Cafer'den alan İsmaililer, Şiilik mezhebinin bir koludur. Bu grup, Cafer es-Sadık'ın (altıncı Şii imamı) oğlu İsmail'i imam olarak tayin ettiğine inanır. İsmaililer, diğer bir büyük Şii mezhebi olan ve İsnâaşeriyye (Onikiciler) olarak bilinen mezhebin tam zıddıdır. İsmail’in vefatının ardından imamlığın, hayatının yarısını Huzistan'da geçiren ve Harun el-Reşid'in halifeliği sırasında ölen oğlu Muhammed el-Maktum'a geçtiğine inanırlar.
Muhammed el-Maktum'un ölümü üzerine mezhep iki gruba ayrıldı. Bir grup, İsmaililerin imamlarından ve Fatımi halifeliğinin gelecekteki kurucusu olan Ubeydullah Mehdi'nin önderliğindeki bu hareketin öncüleri olacaktı. İkinci grup ise Muhammed el-Maktum'un ölümünü kabul etmiyordu. Bu gruplar, imamlar tarafından Karmatilerin öncülleri olarak tanımlanmıştır. Karmatiler İsmail'in oğlu Muhammed el-Maktum'un yedinci ve son imam olduğuna inanıyorlardı ve onun Mehdi olarak ortaya çıkarak yeryüzünü adaletle doldurmasını bekliyorlardı. Karmatilerin adı İsmaili davasına birçok insan kazandıran ve bir İsmaili vaizi olan Hamdan Karmat’tan geliyordu.
Zaman içinde Kuzey Afrika'da Fatımi halifeliğinin hükmünü reddeden İsmaili gruplarına da Karmatiler ismi verildi. İranlı İsmaili propagandacısı ve Hamdan Karmaţ’ın ajanı olan Ebu Said el-Cennabi, görüşlerini yayma göreviyle Bahreyn’e gönderildi. 894 yılında Bahreyn’e geldi ve hiç vakit kaybetmeden vaaz vermeye, beyliğini kurmaya ve yerel halkı kapsamlı fetihler için toplamaya başladı. Karmatiler'in kurucusu Hamdan Karmat gibi görünse de, Ebu Said bir eyalet kurmayı başarmıştı ve yüzyıldan fazla bir süre sonra bile Bahreyn Karmatileri hâlâ Ebu Said’in ismiyle anılıyordu.
Karmatiler, ütopik bir görüşe sahip devrimci bir gruptu. Belki de iktidara yükselmeleri doğru zamanlamalarında yatıyordu. Halife El-Memun'un ölümünden sonra Abbasi halifeliğinin gücü yavaşça düşüşe geçmeye başladı. Kuzey Afrika, İran ve Arabistan'ın dört bir yanındaki geniş topraklara sahip bölgeler, kendi bağımsızlıkları için Bağdat'tan parçalar halinde ayrılmaya başlamışlardır. Bu durum çeşitli yerel yönetim hanedanlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Abbasilerin kontrolü artık daha çok Bağdat’ın ve güç merkezlerine yakın bölgelerin etrafında yoğunlaşmıştır. Karmatilerin yükselişi Abbasilerin, Zenc isyanıyla uğraştığı döneme denk geldi. Bu isyanlar on beş yıllık bir süre içinde Güney Irak'taki Basra kenti yakınlarında gerçekleşti. İsyan, aşağı Irak'ta on binlerce kişinin hayatına mal oldu ve birçok bölgenin Abbasilerden ayrılmasına neden oldu.
Bu arada Karmatilerin yoğun faaliyetleri, Zenc Ayaklanmasından bu yana Güney Irak üzerinde etkili bir kontrol kuramayan Abbasilerin dikkatinden kaçmaya devam ediyordu. Karmatiler bu sırada fırsattan istifade ederek Zenc liderleriyle ittifak kurmaya çalıştılar. Bu ittifak girişimi başarılı olmadı ama Abbasilere karşı bir muhalefet oluşturmayı başarmışlardı. Karmatiler, Zenc isyanının sona ermesinin ardından, sadece Basra Körfezi'nin kuzey kıyılarını kontrolleri altına almayı düşünmüyor, aynı zamanda Yemen, Suriye ve hatta Bağdat’ın kendisi için bir yıkım planlıyorlardı.
Tarihçi Taberi’nin de belirttiği gibi, Karmatiler Kufe çevresindeki köylerde propaganda faaliyetlerini öyle yoğunlaştırmışlardı ki, Bağdat'taki yetkililer bu yeni hareketin oluşturduğu tehlikenin boyutunu ancak Kufe'den gönderilen raporlar sayesinde öğrenmişti. 897 yılında ilk halk protestolarını gerçekleştiren Karmatilere karşı hemen bir müdahalede bulunulmadı. Ancak Halife el-Mutezid Irak'ta hiçbir Karmati ayaklanmasının başarılı olmasına izin vermedi ve üç tane isyan bastırmayı başardı. Yine de Karmatiler, 900 yılında Basra'da halifenin birliklerini mağlup ettiler ve daha sonra çeşitli zamanlarda Bahreyn'i, Basra'yı ve Mezopotamya ile Arabistan arasındaki birçok kasabayı kontrolleri altına almayı başardılar.
Karmatilerin Komünist devletinin hâkimiyet alanı, Bahreyn, Hasa ve Hufuf bölgelerini içine alıyordu. Hüküm sürdükleri topraklar son derece zengindi ve büyük ölçüde köle işçiliği üzerinden kurulmuştu. Bahreyn Karmatileri devleti, güçlü ve eşitlikçi ilkeler çizgisinde ilerliyordu. Bu durum zamanla Cumhuriyet benzeri bir sisteme dönüştü. Karmati Devleti çöküşe geçmeden önce devletin, toplum refahının ve oluşan sosyal düzenin bozulmaması konusunda duyduğu endişe, Karmati olmayan gözlemciler ve ziyaretçilerde hayranlık uyandırmıştı.
“At ve kılıçtan başka kişisel mülk olamaz.”
Karmatilerin düşüncesine göre kırkta bir zekât oranı Kur’an’da geçmez, aynı zamanda tarihseldir ve değişebilir. Asıl önemli olan zengin fakir ayrımının ortadan kalkmasıdır. Mülkiyet ilişkilerinde adalet ve eşitlik olmalıdır. Dinin temeli buralardan ortaya çıkar. Namaz, oruç gibi ibadetler bireysel olup kişinin isteğine bırakılmıştır. İslam’da mal biriktirmenin yeri yoksa özel mal ve mülk edinmek nasıl doğru bir hareket olabilirdi, görüşünü savunarak özel mülkiyet yerine ortak mülkiyeti benimsemişlerdir.
Karmatiler, ortak mülkiyetin yanı sıra yardımlaşmayı da benimsemişlerdi. Kimse özel mülk sahibi olamazdı ve her şey eşitti. Sahip oldukları toprakların büyük kısmını, Hasa ve Katif’de bulunan büyük meyve ve tahıl arazileri oluşturuyordu. Hububat ve meyve arazilerinden elde edilen gelirler “Mûminun” adlı yerel Karmati konseyine tahsis edilirken, gemilerden alınan gümrük vergileri de Ebu Said'in torunları arasında dağıtılıyordu. Yoksul veya zor durumda olanlara işlerini düzene sokana kadar yardım yapılıyordu. Kredilerden faiz alınmıyordu ve tüm yerel işlemler için jeton para kullanılıyordu. Benzer şekilde, bölgeye gelen herhangi yeni bir zanaatkâra orada işini kurabilmesi için kredi veriliyordu. Bu tür devlet kredilerinin hepsi faizsizdi. Mülklerin ve değirmenlerin onarımını devlet üstleniyordu ve tahıllar devlet değirmenlerinde bedelsiz olarak öğütülüyordu.
Tüm bunlar, uzak diyarlarda büyük askeri yardımları, sayısız baskınları ve askeri kampanyaları finanse eden Karmatilerin ekonomik refahını da kanıtlıyordu. Devletin topladığı vergiler, haraçlar, hacı kervanları tarafından ödenen koruma ücretleri ve savaş ganimetlerinin beşte biri Mehdi’ye ayrıldıktan sonra kalanlar yönetim kurulu tarafından belli sabit oranlarla halka dağıtılıyordu.
Karmatilerin eşitlikçi toplumlarının becerileri ve sağlamlığı, mezhebin sicilinde ve mirasında kara bir leke olarak yer eden bir saygısızlıkla lekelenmişti. Bu, İslam dünyasının nesiller boyunca affetmeyeceği ve affedemeyeceği bir durum olarak kalacaktır. 930 yılında, mezhebin üçüncü yöneticisi Ebu Tahir Süleyman önderliğindeki Karmatiler, Arabistan yolunu tahrip ederek Hac mevsiminde Mekke'ye saldırı başlattılar. Bu saldırı hacıların ve şehirdeki birçok insanın katliamı ile sonuçlandı. Ölü sayısının on binlerce olduğu ve köleleştirilen insan sayısının otuz bin civarında olduğu söyleniyordu. Cesetlerin bazıları Zem Zem kuyusuna düştü ve burada çürümeye terk edildi. Böylece kuyu kirlendi ve su tüketime uygun olmayacak hale getirildi.
Bu vahşetten tatmin olmayanlar da, Kâbe'nin örtüsünü ve kapısını çaldılar. Son olarak da kutsal Hacerü’l-Esved’i çalarak Hasa'daki başkentlerine götürdüler. Bu vahşeti işledikleri sırada da hacılarla Allah'ın ilahi adaleti konusunda alay ettiler. Kur’an’da Fil suresinde bahsedilen ve Kâbe’ye düzenlenen saldırı sırasında ortaya çıkarak gagalarında taşıdıkları pişmiş kilden taşlarla, Ebrehe’nin fil ordusunu durdurmaları için gönderilen Ebabil kuşlarının neden gönderilmediğini sorarak dalga geçtiler.
İslam'ın kalbi olan Kâbe bölgesi artık güvenli olmadığı için, İslam’ın başlangıcından bu yana ilk defa Hac ibadeti yıllarca durdurulmak zorunda kaldı. Karmatilerin hacı kafilelerine saldırması, Hac ibadeti için dünyanın dört bir yanından Mekke’ye gelen Müslümanları korkuttu ve bu sebeple 8 yıl boyunca Hac ibadeti yapılamadı. Osmanlı tarihçisi Kutbüddin, bir yazısında şöyle der: "Karmati lideri Ebu Tahir, Haccı Mekke'den uzaklaştırmak amacıyla Hacerü’l-Esved’i kendi camisi olan Mescid-i Dirar'a koymuştur.”
Karmatiler yaptıkları bu eyleme gerekçe olarak şunu gösteriyordu. Hz. Muhammed, müşrikler zamanında yapılan bütün putları kendi elleriyle yıktırmış, sadece Allah’a secde edilmesi gerektiğini ve O’ndan başka hiçbir şeye tapılmamasını gerektiğini söylemiştir. Karmatiler de Mekke’ye gelerek, bu taşa mı tapıyorsunuz buna tapmanın puta tapmaktan farkı yoktur diyerek Hacerü’l-Esved’i götürmüşlerdir.
Yaptıkları bu eylemin ardından doğrudan hiçbir ilahi müdahale olmaması, Karmatilerin Mesihsel heveslerini güçlendirdi ve liderleri Ebu Tahir Süleyman Mehdi’nin gelişinin yakın olduğunu kehanet etmeye başladı. Karmatilerin motivasyonlarının, İslam döneminin sonunu sembolize etmek ve Mehdi'nin gelişiyle, tarihin yedinci ve son dönemini başlatmak için dünyaya bir mesaj göndermek olduğu varsayılmıştır.
Mekke’de düzenledikleri saldırıdan bir yıl sonra Karmatiler oldukça ilginç bir olay yaşadı ve bu olay, mezhebin uzun vadeli bütünlüğü ve morali için ciddi bir gerilemeye neden oldu. Mekke’ye saldırarak Hacerü’l-Esved’in ele geçirilmesinin ardından, 931 yılı Ramazan ayında, Ebu Tahir Süleyman Bahreyn'in hükümdarlığını Mehdi olarak gördükleri İsfahan’dan gelen genç bir Persliye devretti. Bu genç Persli, Karmatilerin kehanetine göre; İslam dönemini sona erdirerek, tarihin yedinci ve son devresini başlatmak için gelecek olan Mehdi’nin, anlatılan tüm özelliklerini taşıyordu. Ancak olaylar geliştikçe her şey beklenenden farklı yol almaya başladı.
Karmatiler Mehdi'nin önceki tüm dinlerin arkasındaki iç gerçekleri ortaya çıkaracağını bekliyordu. Ancak, soyunun Pers krallarından geldiğini iddia eden ve Arap karşıtı duygular ortaya koyan bu genç İsfahanlı, Zerdüşt inancını enerjik bir şekilde yaymaya başlamış ve bu eski Pers dinini yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Magi dininden ritüeller getirerek, ateşe tapılmasını ve tüm peygamberlere küfür edilmesini emrediyordu. İster kutsal, ister medeni, ister ahlaki olsun her türlü yasaya itaati yasakladı. Karmatileri şok eden ve her türlü ahlaksız davranışı teşvik eden bir dizi tören başlattı. İsfahanlı Mehdi, Bahreyn’de Karmatileri idam etmeye de başlayınca, Ebu Tahir Süleyman'ın onu öldürtmekten başka çaresi kalmamıştı. Ebu Tahir bu İsfahanlının Mehdi olarak başa getirilmesi kararının kendi adına feci bir hata olduğunu kabul ederek, onun kesinlikle bir sahtekâr olduğunu itiraf etti. İsfahanlının saltanatı sadece seksen gün sürmüştü.
Elde ettikleri tüm başarılardan sonra Bahreyn Karmatilerinin yaşadıkları sahte Mehdi olayı, morallerini ciddi şekilde bozdu ve İslam dünyasının diğer bölgelerindeki Karmati toplulukları üzerindeki etkilerini zayıflattı. Birçok Karmati, ortaya çıkan olaylardan sonra o kadar hayal kırıklığına uğradı ki Bahreyn'den ayrıldılar ve sonraki yıllarda çeşitli Karmati karşıtı hükümdarların ordularında hizmet etmeye başladılar. Önde gelen Karmati propagandacıları da özellikle Arap karşıtı ve antinomiyen (her türlü kanun ve kurala karşı çıkan) tezahürleri karşısında şoke oldular. Aynı zamanda Irak misyonerlerinin çoğu da Ebu Tahir Süleyman ile bağlarını kopardı.
Tarihçi ve ünlü âlim Cüveyni’ye göre, Hacerü’l-Esved yirmi üç yıl sonra 952 yılında iade edilmiştir. Karmatiler, Hacerü’l-Esved’i fidye için tuttular ve geri vermek için Abbasileri büyük bir meblağ ödemeye zorladılar. Fatımi Halifesi El-Mansur da iadesi için resmi bir istekte bulundu. Bir çuvala sarılmış şekilde yanında da "Emirle onu aldık ve emirle geri getirdik." yazan bir notla Kufe’deki Cuma Camii'ne atılmasını istedi. Kaçırılması ve kaldırılması daha fazla hasara yol açarak taşın yedi parçaya bölünmesine sebep oldu. Onu kaçıran Ebu Tahir Süleyman'ın korkunç bir kaderle karşılaştığı söylenir; Kutbüddin’e göre, "Ebu Tahir kangren olmuş, eti kurtlar tarafından yenmiş ve çok korkunç bir şekilde ölmüştü." Ölümünden sonra özellikle Ebu Tahir Süleyman'ın oğulları arasında çatışma ve kavgalar çıktı, zenginlik ve nüfuzları da yavaş yavaş azalmaya başladı.
976 yılında Karmatiler, Abbasiler tarafından yenilgiye uğratıldı ve bu noktadan sonra eskisi gibi toparlanamadılar. Sonraki yıllarda Doğu Arabistan'ın Bahreyn, Hasa ve Hoffuf bölgesinde yerel bir prensliğe kadar gerilediler. Düşmanları yavaş yavaş otoritelerini yeniden ilan etmeye başlarken, kendileri de artık haraç toplayamaz hale geldiler. İstedikleri zaman terör estirebilecekleri ya da geniş toprakları ele geçirebilecekleri günler artık sona ermişti.
1058'de Ebu el-Behlul önderliğindeki Bahreyn, Karmati devletinden isyan ederek ayrılan ilk ülke olmuştu. Ebu el-Behlul, adadaki Karmati yönetimine son verilmesi çağrısında bulundu ve Bahreyn'de Cuma Hutbesinin Abbasi Halifesi adına okunmasını isteyerek halifeye bağlılığını dile getirdi. Karmatiler 1066’da Bahreyn'i geri almaya çalıştılar ancak hızla geri püskürtüldüler. Bundan kısa bir süre sonra da Katif'teki benzer bir isyanın bastırılması, Karmatilerin hayati önem taşıyan bir bölgeyi daha kaybetmesiyle sonuçlandı.
Karmatilerin hem karadan hem de denizden haraç alması ciddi şekilde kısıtlandı ve hayatta kalmak için son çabaları da Hoffuf Vahasındaki kalelerine çekilmek oldu. Selçuklu ordu birliklerinin yardımıyla Hoffuf'u yedi yıl boyunca kuşatan, yerel bir Arap şeyhi olan Abdullah bin Ali El-Uyuni komutasındaki birleşik güçler, 1067 yılında hanedanlıklarına son bir darbe indirdi.
Karmati devletinin çöküşe geçtiği dönemlerde, bir başka İsmaili Şii mezhebi olarak ortaya çıkan ve “Haşhaşiler” olarak bilinen bir tarikat, önümüzdeki iki yüzyıl boyunca Alamut'taki kalelerinden İslam dünyası üzerinde tahribat yaratacaklardı.
Karmatiler nesiller boyunca ayakta kalmayı başarabilen, komünist bir toplumun tarihteki ilk örneğidir. Ancak onlar sonsuza kadar, İslam dünyası üzerinde şok etkisi yaratan Mekke’de işledikleri saygısızlık ile hatırlanacak gibi gözüküyor. Nihayetinde Karmatiler kendi ütopik toplumlarını yaratmak için vizyonlarını ve ideallerini uygulamaya koyan Mesihsel bir hareketti.
Karmatiler bazı kaynaklarda, “İslam’ın Bolşevikleri” olarak değerlendiriyordu. Bazıları da “İslam’daki ilk sosyalist hareket” olarak nitelendiriyordu. Alman İslam bilgini Wilfred Madelung, Karmatiler hakkında “10. yüzyılda Orta Doğu’da normalden daha eşitlikçi bir sosyal sistem kurmuşlardır” demiştir. Bununla birlikte çoğu Sünni otoriteler, Karmatileri her zaman sapkın ve kâfir bir hareket olarak gördüler.
Kaynak: World Bulletin
Karmatiler “Komünistlerin Ataları”
Karmatiler nesiller boyunca ayakta kalmayı başarabilen, komünist bir toplumun tarihteki ilk örneğidir. Ancak onlar sonsuza kadar, İslam dünyası üzerinde şok etkisi yaratan Mekke’de işledikleri saygısızlık ile hatırlanacak gibi gözüküyor.
Karmatiler 894'ten 1078'e kadar neredeyse iki yüzyıl boyunca, İslam dünyasının kalbinde önemli ve tehditkâr bir rol oynadılar.
Küçük bir Şii mezhebi olan ve sayıları nispeten az olan Karmatiler coğrafi olarak dağınıktılar ve hem Sünni Müslüman çoğunluk hem de diğer Şiiler tarafından sapkın olarak görülüyorlardı. Karmatilere göre içki haram değildi, güneş doğmadan iki rekât, güneş battıktan sonra da iki rekât namaz kılıyorlar ve yılda iki gün oruç tutuyorlardı. Kıbleleri ise Mekke değil, Kudüs’tü ve ilk ehlibeyt inancına sahip olduklarını söylüyorlardı. Karmatiler İslam yıllıklarında büyük ölçüde unutulmuş ve sadece tarihsel bir dipnot haline gelmişlerdir. Karmatilerin yüzyıllar boyunca kolektif Müslüman bilinci ve ruhu üzerinde önemli etkisi olmuştur.
Karmatiler, İslam dünyasında nesiller boyunca, Mekke'de işledikleri saygısızlık ile hatırlanır. Ancak, bu saygısızlığın yanı sıra, Karmatilerle ilgili dikkat çeken şey, bağımsız devletlerini örgütlemede benimsedikleri yol ve yöntemler ile işlerini eşitlikçi bir çizgide yürütmeleridir. Karmatilik, birçok yönden kardeşliğe ve eşit paylaşıma dayanan bir toplum yaratmak için, vizyonlarını ve ideallerini uygulamaya koyan bir hareketti. Aynı zamanda, topraklarını savunmak ve genişletmek için cesur ve şiddetli askeri kampanyalar yürütmeye hazırdılar. Amerikalı şair ve eleştirel deneme yazarı Kenneth Rexroth, "Komünizm: Kökenlerinden Yirminci Yüzyıla" adlı kitabında, Karmatilerden: "Yirminci yüzyıldan önce ortaya çıkan, büyük toprakları kontrol eden ve bir nesilden fazla dayanan, muhtemelen tek komünist toplum olmuşlardır" diyerek bahsetmiştir.
Karmatiler ilk olarak Güney Irak'ta Abbasi halifeliği döneminde, zamanın İsmaili hareketinin bir parçası olarak ortaya çıkmışlardır. Bâtıniler olarak da bilinen ve adını İsmail bin Cafer'den alan İsmaililer, Şiilik mezhebinin bir koludur. Bu grup, Cafer es-Sadık'ın (altıncı Şii imamı) oğlu İsmail'i imam olarak tayin ettiğine inanır. İsmaililer, diğer bir büyük Şii mezhebi olan ve İsnâaşeriyye (Onikiciler) olarak bilinen mezhebin tam zıddıdır. İsmail’in vefatının ardından imamlığın, hayatının yarısını Huzistan'da geçiren ve Harun el-Reşid'in halifeliği sırasında ölen oğlu Muhammed el-Maktum'a geçtiğine inanırlar.
Muhammed el-Maktum'un ölümü üzerine mezhep iki gruba ayrıldı. Bir grup, İsmaililerin imamlarından ve Fatımi halifeliğinin gelecekteki kurucusu olan Ubeydullah Mehdi'nin önderliğindeki bu hareketin öncüleri olacaktı. İkinci grup ise Muhammed el-Maktum'un ölümünü kabul etmiyordu. Bu gruplar, imamlar tarafından Karmatilerin öncülleri olarak tanımlanmıştır. Karmatiler İsmail'in oğlu Muhammed el-Maktum'un yedinci ve son imam olduğuna inanıyorlardı ve onun Mehdi olarak ortaya çıkarak yeryüzünü adaletle doldurmasını bekliyorlardı. Karmatilerin adı İsmaili davasına birçok insan kazandıran ve bir İsmaili vaizi olan Hamdan Karmat’tan geliyordu.
Zaman içinde Kuzey Afrika'da Fatımi halifeliğinin hükmünü reddeden İsmaili gruplarına da Karmatiler ismi verildi. İranlı İsmaili propagandacısı ve Hamdan Karmaţ’ın ajanı olan Ebu Said el-Cennabi, görüşlerini yayma göreviyle Bahreyn’e gönderildi. 894 yılında Bahreyn’e geldi ve hiç vakit kaybetmeden vaaz vermeye, beyliğini kurmaya ve yerel halkı kapsamlı fetihler için toplamaya başladı. Karmatiler'in kurucusu Hamdan Karmat gibi görünse de, Ebu Said bir eyalet kurmayı başarmıştı ve yüzyıldan fazla bir süre sonra bile Bahreyn Karmatileri hâlâ Ebu Said’in ismiyle anılıyordu.
Karmatiler, ütopik bir görüşe sahip devrimci bir gruptu. Belki de iktidara yükselmeleri doğru zamanlamalarında yatıyordu. Halife El-Memun'un ölümünden sonra Abbasi halifeliğinin gücü yavaşça düşüşe geçmeye başladı. Kuzey Afrika, İran ve Arabistan'ın dört bir yanındaki geniş topraklara sahip bölgeler, kendi bağımsızlıkları için Bağdat'tan parçalar halinde ayrılmaya başlamışlardır. Bu durum çeşitli yerel yönetim hanedanlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Abbasilerin kontrolü artık daha çok Bağdat’ın ve güç merkezlerine yakın bölgelerin etrafında yoğunlaşmıştır. Karmatilerin yükselişi Abbasilerin, Zenc isyanıyla uğraştığı döneme denk geldi. Bu isyanlar on beş yıllık bir süre içinde Güney Irak'taki Basra kenti yakınlarında gerçekleşti. İsyan, aşağı Irak'ta on binlerce kişinin hayatına mal oldu ve birçok bölgenin Abbasilerden ayrılmasına neden oldu.
Bu arada Karmatilerin yoğun faaliyetleri, Zenc Ayaklanmasından bu yana Güney Irak üzerinde etkili bir kontrol kuramayan Abbasilerin dikkatinden kaçmaya devam ediyordu. Karmatiler bu sırada fırsattan istifade ederek Zenc liderleriyle ittifak kurmaya çalıştılar. Bu ittifak girişimi başarılı olmadı ama Abbasilere karşı bir muhalefet oluşturmayı başarmışlardı. Karmatiler, Zenc isyanının sona ermesinin ardından, sadece Basra Körfezi'nin kuzey kıyılarını kontrolleri altına almayı düşünmüyor, aynı zamanda Yemen, Suriye ve hatta Bağdat’ın kendisi için bir yıkım planlıyorlardı.
Tarihçi Taberi’nin de belirttiği gibi, Karmatiler Kufe çevresindeki köylerde propaganda faaliyetlerini öyle yoğunlaştırmışlardı ki, Bağdat'taki yetkililer bu yeni hareketin oluşturduğu tehlikenin boyutunu ancak Kufe'den gönderilen raporlar sayesinde öğrenmişti. 897 yılında ilk halk protestolarını gerçekleştiren Karmatilere karşı hemen bir müdahalede bulunulmadı. Ancak Halife el-Mutezid Irak'ta hiçbir Karmati ayaklanmasının başarılı olmasına izin vermedi ve üç tane isyan bastırmayı başardı. Yine de Karmatiler, 900 yılında Basra'da halifenin birliklerini mağlup ettiler ve daha sonra çeşitli zamanlarda Bahreyn'i, Basra'yı ve Mezopotamya ile Arabistan arasındaki birçok kasabayı kontrolleri altına almayı başardılar.
Karmatilerin Komünist devletinin hâkimiyet alanı, Bahreyn, Hasa ve Hufuf bölgelerini içine alıyordu. Hüküm sürdükleri topraklar son derece zengindi ve büyük ölçüde köle işçiliği üzerinden kurulmuştu. Bahreyn Karmatileri devleti, güçlü ve eşitlikçi ilkeler çizgisinde ilerliyordu. Bu durum zamanla Cumhuriyet benzeri bir sisteme dönüştü. Karmati Devleti çöküşe geçmeden önce devletin, toplum refahının ve oluşan sosyal düzenin bozulmaması konusunda duyduğu endişe, Karmati olmayan gözlemciler ve ziyaretçilerde hayranlık uyandırmıştı.
“At ve kılıçtan başka kişisel mülk olamaz.”
Karmatilerin düşüncesine göre kırkta bir zekât oranı Kur’an’da geçmez, aynı zamanda tarihseldir ve değişebilir. Asıl önemli olan zengin fakir ayrımının ortadan kalkmasıdır. Mülkiyet ilişkilerinde adalet ve eşitlik olmalıdır. Dinin temeli buralardan ortaya çıkar. Namaz, oruç gibi ibadetler bireysel olup kişinin isteğine bırakılmıştır. İslam’da mal biriktirmenin yeri yoksa özel mal ve mülk edinmek nasıl doğru bir hareket olabilirdi, görüşünü savunarak özel mülkiyet yerine ortak mülkiyeti benimsemişlerdir.
Karmatiler, ortak mülkiyetin yanı sıra yardımlaşmayı da benimsemişlerdi. Kimse özel mülk sahibi olamazdı ve her şey eşitti. Sahip oldukları toprakların büyük kısmını, Hasa ve Katif’de bulunan büyük meyve ve tahıl arazileri oluşturuyordu. Hububat ve meyve arazilerinden elde edilen gelirler “Mûminun” adlı yerel Karmati konseyine tahsis edilirken, gemilerden alınan gümrük vergileri de Ebu Said'in torunları arasında dağıtılıyordu. Yoksul veya zor durumda olanlara işlerini düzene sokana kadar yardım yapılıyordu. Kredilerden faiz alınmıyordu ve tüm yerel işlemler için jeton para kullanılıyordu. Benzer şekilde, bölgeye gelen herhangi yeni bir zanaatkâra orada işini kurabilmesi için kredi veriliyordu. Bu tür devlet kredilerinin hepsi faizsizdi. Mülklerin ve değirmenlerin onarımını devlet üstleniyordu ve tahıllar devlet değirmenlerinde bedelsiz olarak öğütülüyordu.
Tüm bunlar, uzak diyarlarda büyük askeri yardımları, sayısız baskınları ve askeri kampanyaları finanse eden Karmatilerin ekonomik refahını da kanıtlıyordu. Devletin topladığı vergiler, haraçlar, hacı kervanları tarafından ödenen koruma ücretleri ve savaş ganimetlerinin beşte biri Mehdi’ye ayrıldıktan sonra kalanlar yönetim kurulu tarafından belli sabit oranlarla halka dağıtılıyordu.
Karmatilerin eşitlikçi toplumlarının becerileri ve sağlamlığı, mezhebin sicilinde ve mirasında kara bir leke olarak yer eden bir saygısızlıkla lekelenmişti. Bu, İslam dünyasının nesiller boyunca affetmeyeceği ve affedemeyeceği bir durum olarak kalacaktır. 930 yılında, mezhebin üçüncü yöneticisi Ebu Tahir Süleyman önderliğindeki Karmatiler, Arabistan yolunu tahrip ederek Hac mevsiminde Mekke'ye saldırı başlattılar. Bu saldırı hacıların ve şehirdeki birçok insanın katliamı ile sonuçlandı. Ölü sayısının on binlerce olduğu ve köleleştirilen insan sayısının otuz bin civarında olduğu söyleniyordu. Cesetlerin bazıları Zem Zem kuyusuna düştü ve burada çürümeye terk edildi. Böylece kuyu kirlendi ve su tüketime uygun olmayacak hale getirildi.
Bu vahşetten tatmin olmayanlar da, Kâbe'nin örtüsünü ve kapısını çaldılar. Son olarak da kutsal Hacerü’l-Esved’i çalarak Hasa'daki başkentlerine götürdüler. Bu vahşeti işledikleri sırada da hacılarla Allah'ın ilahi adaleti konusunda alay ettiler. Kur’an’da Fil suresinde bahsedilen ve Kâbe’ye düzenlenen saldırı sırasında ortaya çıkarak gagalarında taşıdıkları pişmiş kilden taşlarla, Ebrehe’nin fil ordusunu durdurmaları için gönderilen Ebabil kuşlarının neden gönderilmediğini sorarak dalga geçtiler.
İslam'ın kalbi olan Kâbe bölgesi artık güvenli olmadığı için, İslam’ın başlangıcından bu yana ilk defa Hac ibadeti yıllarca durdurulmak zorunda kaldı. Karmatilerin hacı kafilelerine saldırması, Hac ibadeti için dünyanın dört bir yanından Mekke’ye gelen Müslümanları korkuttu ve bu sebeple 8 yıl boyunca Hac ibadeti yapılamadı. Osmanlı tarihçisi Kutbüddin, bir yazısında şöyle der: "Karmati lideri Ebu Tahir, Haccı Mekke'den uzaklaştırmak amacıyla Hacerü’l-Esved’i kendi camisi olan Mescid-i Dirar'a koymuştur.”
Karmatiler yaptıkları bu eyleme gerekçe olarak şunu gösteriyordu. Hz. Muhammed, müşrikler zamanında yapılan bütün putları kendi elleriyle yıktırmış, sadece Allah’a secde edilmesi gerektiğini ve O’ndan başka hiçbir şeye tapılmamasını gerektiğini söylemiştir. Karmatiler de Mekke’ye gelerek, bu taşa mı tapıyorsunuz buna tapmanın puta tapmaktan farkı yoktur diyerek Hacerü’l-Esved’i götürmüşlerdir.
Yaptıkları bu eylemin ardından doğrudan hiçbir ilahi müdahale olmaması, Karmatilerin Mesihsel heveslerini güçlendirdi ve liderleri Ebu Tahir Süleyman Mehdi’nin gelişinin yakın olduğunu kehanet etmeye başladı. Karmatilerin motivasyonlarının, İslam döneminin sonunu sembolize etmek ve Mehdi'nin gelişiyle, tarihin yedinci ve son dönemini başlatmak için dünyaya bir mesaj göndermek olduğu varsayılmıştır.
Mekke’de düzenledikleri saldırıdan bir yıl sonra Karmatiler oldukça ilginç bir olay yaşadı ve bu olay, mezhebin uzun vadeli bütünlüğü ve morali için ciddi bir gerilemeye neden oldu. Mekke’ye saldırarak Hacerü’l-Esved’in ele geçirilmesinin ardından, 931 yılı Ramazan ayında, Ebu Tahir Süleyman Bahreyn'in hükümdarlığını Mehdi olarak gördükleri İsfahan’dan gelen genç bir Persliye devretti. Bu genç Persli, Karmatilerin kehanetine göre; İslam dönemini sona erdirerek, tarihin yedinci ve son devresini başlatmak için gelecek olan Mehdi’nin, anlatılan tüm özelliklerini taşıyordu. Ancak olaylar geliştikçe her şey beklenenden farklı yol almaya başladı.
Karmatiler Mehdi'nin önceki tüm dinlerin arkasındaki iç gerçekleri ortaya çıkaracağını bekliyordu. Ancak, soyunun Pers krallarından geldiğini iddia eden ve Arap karşıtı duygular ortaya koyan bu genç İsfahanlı, Zerdüşt inancını enerjik bir şekilde yaymaya başlamış ve bu eski Pers dinini yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Magi dininden ritüeller getirerek, ateşe tapılmasını ve tüm peygamberlere küfür edilmesini emrediyordu. İster kutsal, ister medeni, ister ahlaki olsun her türlü yasaya itaati yasakladı. Karmatileri şok eden ve her türlü ahlaksız davranışı teşvik eden bir dizi tören başlattı. İsfahanlı Mehdi, Bahreyn’de Karmatileri idam etmeye de başlayınca, Ebu Tahir Süleyman'ın onu öldürtmekten başka çaresi kalmamıştı. Ebu Tahir bu İsfahanlının Mehdi olarak başa getirilmesi kararının kendi adına feci bir hata olduğunu kabul ederek, onun kesinlikle bir sahtekâr olduğunu itiraf etti. İsfahanlının saltanatı sadece seksen gün sürmüştü.
Elde ettikleri tüm başarılardan sonra Bahreyn Karmatilerinin yaşadıkları sahte Mehdi olayı, morallerini ciddi şekilde bozdu ve İslam dünyasının diğer bölgelerindeki Karmati toplulukları üzerindeki etkilerini zayıflattı. Birçok Karmati, ortaya çıkan olaylardan sonra o kadar hayal kırıklığına uğradı ki Bahreyn'den ayrıldılar ve sonraki yıllarda çeşitli Karmati karşıtı hükümdarların ordularında hizmet etmeye başladılar. Önde gelen Karmati propagandacıları da özellikle Arap karşıtı ve antinomiyen (her türlü kanun ve kurala karşı çıkan) tezahürleri karşısında şoke oldular. Aynı zamanda Irak misyonerlerinin çoğu da Ebu Tahir Süleyman ile bağlarını kopardı.
Tarihçi ve ünlü âlim Cüveyni’ye göre, Hacerü’l-Esved yirmi üç yıl sonra 952 yılında iade edilmiştir. Karmatiler, Hacerü’l-Esved’i fidye için tuttular ve geri vermek için Abbasileri büyük bir meblağ ödemeye zorladılar. Fatımi Halifesi El-Mansur da iadesi için resmi bir istekte bulundu. Bir çuvala sarılmış şekilde yanında da "Emirle onu aldık ve emirle geri getirdik." yazan bir notla Kufe’deki Cuma Camii'ne atılmasını istedi. Kaçırılması ve kaldırılması daha fazla hasara yol açarak taşın yedi parçaya bölünmesine sebep oldu. Onu kaçıran Ebu Tahir Süleyman'ın korkunç bir kaderle karşılaştığı söylenir; Kutbüddin’e göre, "Ebu Tahir kangren olmuş, eti kurtlar tarafından yenmiş ve çok korkunç bir şekilde ölmüştü." Ölümünden sonra özellikle Ebu Tahir Süleyman'ın oğulları arasında çatışma ve kavgalar çıktı, zenginlik ve nüfuzları da yavaş yavaş azalmaya başladı.
976 yılında Karmatiler, Abbasiler tarafından yenilgiye uğratıldı ve bu noktadan sonra eskisi gibi toparlanamadılar. Sonraki yıllarda Doğu Arabistan'ın Bahreyn, Hasa ve Hoffuf bölgesinde yerel bir prensliğe kadar gerilediler. Düşmanları yavaş yavaş otoritelerini yeniden ilan etmeye başlarken, kendileri de artık haraç toplayamaz hale geldiler. İstedikleri zaman terör estirebilecekleri ya da geniş toprakları ele geçirebilecekleri günler artık sona ermişti.
1058'de Ebu el-Behlul önderliğindeki Bahreyn, Karmati devletinden isyan ederek ayrılan ilk ülke olmuştu. Ebu el-Behlul, adadaki Karmati yönetimine son verilmesi çağrısında bulundu ve Bahreyn'de Cuma Hutbesinin Abbasi Halifesi adına okunmasını isteyerek halifeye bağlılığını dile getirdi. Karmatiler 1066’da Bahreyn'i geri almaya çalıştılar ancak hızla geri püskürtüldüler. Bundan kısa bir süre sonra da Katif'teki benzer bir isyanın bastırılması, Karmatilerin hayati önem taşıyan bir bölgeyi daha kaybetmesiyle sonuçlandı.
Karmatilerin hem karadan hem de denizden haraç alması ciddi şekilde kısıtlandı ve hayatta kalmak için son çabaları da Hoffuf Vahasındaki kalelerine çekilmek oldu. Selçuklu ordu birliklerinin yardımıyla Hoffuf'u yedi yıl boyunca kuşatan, yerel bir Arap şeyhi olan Abdullah bin Ali El-Uyuni komutasındaki birleşik güçler, 1067 yılında hanedanlıklarına son bir darbe indirdi.
Karmati devletinin çöküşe geçtiği dönemlerde, bir başka İsmaili Şii mezhebi olarak ortaya çıkan ve “Haşhaşiler” olarak bilinen bir tarikat, önümüzdeki iki yüzyıl boyunca Alamut'taki kalelerinden İslam dünyası üzerinde tahribat yaratacaklardı.
Karmatiler nesiller boyunca ayakta kalmayı başarabilen, komünist bir toplumun tarihteki ilk örneğidir. Ancak onlar sonsuza kadar, İslam dünyası üzerinde şok etkisi yaratan Mekke’de işledikleri saygısızlık ile hatırlanacak gibi gözüküyor. Nihayetinde Karmatiler kendi ütopik toplumlarını yaratmak için vizyonlarını ve ideallerini uygulamaya koyan Mesihsel bir hareketti.
Karmatiler bazı kaynaklarda, “İslam’ın Bolşevikleri” olarak değerlendiriyordu. Bazıları da “İslam’daki ilk sosyalist hareket” olarak nitelendiriyordu. Alman İslam bilgini Wilfred Madelung, Karmatiler hakkında “10. yüzyılda Orta Doğu’da normalden daha eşitlikçi bir sosyal sistem kurmuşlardır” demiştir. Bununla birlikte çoğu Sünni otoriteler, Karmatileri her zaman sapkın ve kâfir bir hareket olarak gördüler.
Kaynak: World Bulletin