Günlük hayatımız öyle gündemlerle geçiyor ki sıkıntı, dert içerisinde duygularımızın farkına varmaya, ruhumuzu beslemeye neredeyse hiç zamanımız olmuyor. Ta ki bir müzik, bir resim bir sanat, kültür bir anda bizi bambaşka bir yere götürene kadar. Sevgi, şefkat, aşk, özlem gibi bizi insan yapan duyguları ruhumuzun derinliklerinden alıp kalbimizi doldurana kadar…
Eskiden okullarımız sanatsal faaliyeti çok fazlaydı. Sivil toplum içerisinde de sanatsal etkinlikler birbirinden güzel sergilerle ruhumuzu okşuyordu. Ressamların yağlı boya tabloları ise bizleri taaa eskilere götürürdü.
Herhangi bir müzemiz, ya da sanat galerimiz de yok. Olsaydı ne olurdu?
Sanatçının atölyesinde, çalışma tezgahında ya da resim şövalesinde o sanatı daha iyi anlamamızı sağlayacaktı.
Açık Atölye ziyaretleri sadece sanatseverler için değil, aynı zamanda sanatçılar için de çok hoş bir hava yaratırdı. Sanatçılar eserlerini ziyaretçilerine bire bir tanıtma fırsatı bulur etkileşim çok heyecan verici olurdu.
Ben bu özlemi Antalya ziyaretlerimde gidermeye çalışıyorum. Orada sanatçının ve sanatının insanlar üzerinde olumlu yönünü görüyorsun. Sokakta bir ressam, kemancı, saz sanatçısı, heykel tıraş görebiliyorsun. Bazen bir şarkı, bir roman, bir şairin şiiri sizi bambaşka bir yere götürebiliyor.
Antalya’da sanatçının insanları birbirleriyle birleştirici gücünü görebiliyorsun. Birbirinden tamamen farklı dünya görüşüne sahip kişiler bile bir sanat eseri karşısında aynı duygusal deneyimi paylaştığında sanatın birleştirici gücünü anlayabiliyoruz.
Seydişehir’de böyle bir ortamı belediye başkanı veya iş çevreleri diğer kurumlar sağlayabilir mi? Bu dönemde bunu görmek çok zor görünüyor!
İnşallah önümüzdeki dönemlerde sanat şehrini, sanat sokağını görmek dileğiyle…