Avrupa’nın ortaçağında zengin kaynaklara ulaşmak için savaşlar ve dini duygularla insanların sömürülmesiydi. Bu iki önemli özellik uzun bir süre ortaçağ karanlığında hüküm sürdürdü.
O çağlarda papazlar kendi cebini doldururken, halka, din üzerinden kanaatkâr olmaları ve her olumsuzluğu Allah’a bağlamaları yer alıyordu.
Tarihi kaynaklardan da ortaçağın yönetim anlayışında dini kullanarak belirleyici rol oynadığını yazmaktadır.
Bu durum sonucunda insanların dinden soğuması görülmüş.
Günümüzde de, her sıkıntının ardından bazı kişiler dine dayalı sebepler ve mazeretler ortaya koyması, bu bağlamda, geçmişi hatırlatmaktadır.
Dünya ülke yöneticileri ahreti değil dünyayı düzenleyerek insanların hayatını yaşanır hale getirmek için ileriye adım atmak zorundalar. Emperyalist ülkelerin yöneticileri sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir ki din açısından bir mana bulur.
Dünyaya sorumlu olmanın imkânı varken yerine getirmemesi takdir-i ilahiye karşı bir isyandır.
Hangi sebeple olursa olsun sıkıntılı bir durumda otorite sahiplerinin vaaz vermesi değil sorumluluğun üstlenilmesi en doğal haktır.
Ortaçağda otoriter yönetimler toplumları teknoloji ile çağ atlattıklarını söylemeleri zamanla hatalar getirmiş.
Orta çağ zihniyeti günün cazibelerine yenilince toplumu kucaklayan bir zihniyet doğmuş ve çağ atlanmış.
Bu kez de zenginlerin ticaret savaşlarında geri kalmış ülkeler işgal edip yaşayan insanları kendi yurdundan geri kalmış ülkelere gitmek zorunda kalmış.
O insanların acıları bakışları otoriter yönetimlerin üzerindedir. Onları acımadan susturup aç bırakmak yüce ilahi gücü karşısına alır. Bunun sorumluluğu büyüktür. Ülkeler otoriter bir güçle değil, etkin bir güçle ilke ve projelerle yönetilmelidir. Dünya ülkelerini sömürmekle değil paylaşarak onlara hep daha iyisini sunabilmekle kardeşçe yaşamak dinin gereğini yerine getirmiş olursunuz. Otoriterler karşılık almadan sömürmeden yaptıklarını insanlık için yaparlarsa ölümden sonra da karşılığını alırlar.