Seydişehir’de her gün, caddelerde yürürüm. Bazen dergilerde Avrupa’nın çeşitli kentlerinden caddeleri, yaya geçitlerini, kaldırımları sokakları haber olarak sayfalarına taşırlar. Oralarda halk toplulukları özgürce yürüdükleri görünüyor. O ülkelerde yollar, daha doğrusu ana yollar yalnızca bisikletlilerin olmuş. Aslında bu durum benim için bir gelişmedir kültür toplumunun görünen yüzüdür. Bizim ülkemiz kültürsüz bir toplum olduğu için her gün insanları ezip geçebilen otomobillere boyun eğmekteyiz. Toplu taşımaların haricinde makine düzeni hakimdir. Cansız ve ruhsuz, çoğunlukla da duygusuzdur.
Otomobil ağırlıklı şehirlerde karma karışık bir ortam vardır. Yani bizleri birbirimizden koparan düzen tarafındayız. Yitirdiğimiz kültür budur. Zenginliği lüks otomobillerde arayanlar o düzende maalesef kayboluyoruz.
İnsanların yaşam alanlarını makinalar ele geçirmiş. İnsanlar korkusuzca yürüyebilmelidir. Yayalar özgür değilse şehir de toplum da özgür değildir.
Yaya geçidinde araçların durması beklenir, ama buna güvenebilirsen güven! Her gün yaptığım yürüyüşlerde yaya geçitlerinden geçtiğim için otomobilleri kullananların acımasızlığı beni pes ettiriyor. Şehrin trafiğini yönetenler, bence trafik magandalarından daha düşüncesiz. Düşüncesiz tanımı da çocuksu kalıyor aslında, umurlarında bile değil! Tüm bunlar, şehri yönetenleri uyaracak sivil toplum kesimlerinin çabasına bağlı. Kaldırımlar işgal altında, yaya geçitleri işgal altında.
Bir diğer önemli işgal alanı da meydanlar. Meydanlar da işgal altındadır.
Kaldırımlar yalnızca evcil hayvanların ve insanlarındır. Yaya geçitleri de insana korku veriyor. Kazaların birçoğu otomobillerin bisikletliye veya motosikletliye vurmaları oluyor. Yayalara kazandırılmış yürüyüş alanını tehlikeye sokan, yaralanma ve ölüme yol açan şeyleri gelişmiş ülkelerde olmuyor. Düşün bir anne babayı küçük yaştaki çocuğunu caddeye salamıyor. Bırakın çocukları, büyükler bile yolda bisiklete gönül rahatlığıyla binemiyor. Yaya yürüyemiyor.