Nasıl bir çağdır bu böyle, “hazımsızlık “ hastalık iken “açlık” semptom olarak bile kabul edilmez ?
Ya medet, yol nereye, yolculuk pazartesiden daha iyi olacak umuduyla cumaya mı ?
Hangi şiir cümlesiyle kaçarsak kurtuluruz iliğimize işleyen şu hafta işinden ?
Heyhat !
Kanı kanla , ateşi ateşle söndürmeye kalkarsanız, bedenini ateşe atar bir işçi, söndüremezsiniz.
Bir hırsıza, hırsız diyemeyenler çocukken hep “elim sen de” mi oynamışlar , hep merak etmişimdir . Bundan sonra asla ve katta merak etmeyeceğim , size söz.
Başımın dinmeyen ağrısına patates sarsam geçer mi ? Diye de sormayacağım buna da söz.
“En çok hastalıklı hastane benim hastanem” yarışına hangi elinizle giriş kartı basıyorsunuz ? Diye sormak da yok. Alimallah bir cevap veren çıkar, akıl pastanesini boylar sonra.
“Derdin bini bin para” demek serbest kürsüden intihar etmiş , alıcısı var mıydı ki, diye sakın ola sormayın.
“Savaş bir sağlık sorunudur“ diyen cümleye nasıl anlatılır , bu yüzyılın güvercinlerinin savaşların habercisi olduğu bir twitlik başla ? Soran dilime Maraş biberi sürmezsem ne olayım.
Acı biber severim bu arada, gülmeyin.
Soru çok , sorduranlar köşe bucak. Cevap vermek kanun hükmünde, söylemedi demeyin bak sonra.
Soruları sağ elle mi, yoksa sol elle mi sorsak cennetin kapılarını aralarız ? Tamamen gündem dışı , paralamayın kendinizi.
Geçeceğiz o köprüden, parasıyla değil mi dayı ? Diyen dallamalar size her köprü ayı görünür hala.
Ne diyorum ben ya ? Bir günaydın , diyecektim oysa.
Sonra :
“Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” diyen şiirin sesiyle açacaktım penceremi.
Bunun için bir yasaya gerek var mıydı ? Cevap vermeyin , cıss yaparlar.
Sonra sokağın aydınlık yüzüne dokunarak çıkmak evin kapısından.
Bir günaydını eksik etmemeli , yılda bir kez bile olsa bir sabah benim için toplu ulaşım otobüsünü bekletmiş olan o ulaşım şoförüne.
Öğrencilerin “By ing, gittim .” yeni nesil konuşmalarına ağız dolusu gülümsemek de var.
Uyuyamadığım pazara , cumartesiye şiir yazmadım belki ama, “az çalışmalı çok yaşamalı”yı , yazmayı beceremeyenlerle hep birlikte yüksek sesle okumayı teklif ediyorum. “Çıkma teklifi” değil, aman deyim yanlış anlaşılmasın. Bir sevgilim olmadığına peşin hüküm vermeyin hemen. Bir kadın olarak “susma hakkımı” kullanmak isterim, siz insan olarak anlayın.
Sonra sevgili belama “günaydın adam” diye sesimi duyuramam, kulaklarım ağzımı arar bütün bir gün.
Bir savaşın orta yerinde;
“Sevgilim !
Ben en çok senin içinde kopan fırtınanın , kentinde ki ağaçların yapraklarını maviye boyayan rüzgarına sevdalandım.
Kalbinde rüzgarın,
Eteğinde dağın bir nefeslik sabah olmuşum.”
Diye de yazamam.
Neyse uzatmayalım.
Başa dönersek, ağrımızın, acımızın en başına dönmenin imkanı yok bunu baştan söyleyelim.
Armutlu da panzer altında kalan o çocuk vardı ya hani, hiç ama hiç büyümeyecek , bilin ve hatırlayın inatla.
Yeni nesil hastane marketingler de meme büyütme, burun küçültme yerine biraz fikir ekelim deseler saçlı derimize , daha mı çok yarım akıllı olurduk ? Sorusu cep de.
Buğday kepaze olmuş toprağa da, rüya tabirleri yok satmış günlerce.
Ne diyelim.
Bir ilacın etkisini bekleyecek kadar ömrümüz olabilir belki ama “zaman denen bir ilaç ismi yok”, bunu şu kafamızın duvarına yazalım belki bir okuyan çıkar belli mi olur.
Ses olun, nefes olun, kendi hayatınıza müdahil olun.
Bir de, “İnsan kalbi ve aklıyla bir yola baş koyduysa bu dünya da hiçbir şey imkansız değildir” diyen Spartaküs’ü unutmayın emi.
Hepsi bu.