Bazı şeyler kinden, nefretten, eskimiş bir bellekten alır anlamını ve yapışır hücrelerinize zift gibi.
Sakın, "alın yazısı" diye okuma bunu.
Her şey acıdan yoğrulmaz.
Bazı şeyler de sevinçten alır anlamını, bazı şeyler uçurumda açan bir çiçekten derler.
Ben aşktan diyeceğim mesela.
Bazen tek bir dokunuşla çok şey değişir hayatta!
KCDP(Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu), “Kadın Cinayeti ve Şüpheli Kadın Ölüm Gerçekleri” raporuna göre 2023 yılında 315 kadın erkekler tarafından öldürülmüş,
248 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulunmuş.
Geçtiğimiz yıl öldürülen kadınların yüzde 55’i ateşli silahla vurularak öldürülürken, kadınların yüzde 41’i evli olduğu erkek tarafından katledilmiş.
Evli olduğu erkek tarafından öldürülen 30 kadının fail ile boşanma aşamasında olduğu da raporda belirtilmiş.
Yine 2023 yılında öldürülen 315 kadının 155’i evli, 72’si bekâr, 88 kadının ise medeni haline dair bilgi tespit edilemediği raporda belirtilmiştir.
Raporda ayrıca 28 kadının ise koruma kararına rağmen öldürüldüğü belirtiliyor.
Ayrıca, Dünya Ekonomik Forumu'na (WEF) göre dünyada kadın-erkek eşitliğinin sağlanması 131 yıl alacağı belirtiliyor.
Her alanda bunca gelişmişliğin yanında kadın -erkek eşitliğinin sağlanması için 131 yıl fazlasıyla ürkütücü.
Dünya standartlarına ve uluslararası raporlara göre Türkiye'de kadınların içerisindeki durum kötü.
WEF'e göre Türkiye eşitlik açısından 146 ülke arasında 129'uncu sırada yer alıyor.
Kadına yönelik cinayet ve şiddet açısından ise raporlarda Türkiye 2023 yılında da ‘kırmızı’ sıralardaki yerini korudu.
Türkiye Raporu adlı kuruluşun raporuna göre ise Türkiye'de kadına yönelik şiddet oranı yüzde 38 olup, Türkiye bu konuda OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor.
İstanbul Sözleşmesi'nin iptali, adalet sistemindeki yetersizlikler ve bazı nedenler kadın cinayetlerinin artmasının temel sebebi olarak gösteriliyor.
Kadın Cinayeti; kadının kendisini özgürleştirme, bağımsızlaştırma ve/veya bireyleştirme niyetleri, gayretleri ve/veya eylemlerinden dolayı kendisini rahatsız, mağdur ve/veya aşağılanmış hisseden ve söz konusu kadının yakını olan bir erkek tarafından öldürülmesi olarak tanımlanmaktadır.
Kadın cinayetlerinin en belirgin özelliği cinayete kurban giden kadının hemen hemen daima yakını olan bir erkek tarafından öldürülmesidir.
Cinayeti işleyen kişi maktulün kocası, eksi kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, akrabası veya gizli ya da açık şekilde cinsel ve/veya duygusal partneridir.
Kadın kendisine yabancı veya düşman bir kişi tarafından öldürüldüğünde buna kadın cinayeti denmez.
Bir kadının kendisine cinsel tecavüzde bulunan birisi tarafından öldürülmesi sınıflama açısından tartışmalı bir durum yaratabilecekse de böyle bir cinayet bence “kadın cinayeti” kavramı içine alınamaz.
Cinayet işlemek bir insanın yapabileceği en aptalca eylemdir!
Peki, bir insan bir zamanlar en yakını olan birini canına kast edip neden öldürmeye yeltenir ve yahut öldürür?
Kadının kocasıyla birlikte oturduğu evi terk etmesi, kadının kocasından boşanmak için adımlar atması veya en azından bu niyetini dile getirmesi, boşanması, kadının sadakatsizliği veya sadakatsizliğinden şüphe edilmesi (“rahat” tavırlar, güzelleşme gayreti, başka erkeklerle iletişim) ve/veya kadının itaatsizliği gibi durumlar erkeklerin cinayeti işledikten sonra verdikleri ifadelerde yaygın olarak söyledikleri gerekçelerdir.
Ve daha da pek çok gerekçe de sıralanabiliyor.
İçinde yaşadığımız kapitalist sistemin erkek egemen yapısıyla birlikte, tek eşli aile yapısının gerçekte yalnızca kadın için geçerli kalması düşüncesi (erkeğin açık yahut gizil çok eşliliği aşikârdır) neticesi ile olay “namus cinayeti “olgusu da aşabilmiş değildir.
Diğer taraftan kadının toplumsal yaşama (toplumsal üretime) daha fazla katılmasıyla birlikte, kadın evdeki yahut erkeğin yanındaki konumuna karşı oluşturduğu tavır, davranış vb. açısından da değerlendirmek gerekmektedir.
Erkeklerin, on yıllarca aynı şeyleri yapmakta olan kadının daha önceden yapmakta olmadıkları şeyleri yapmaya başlamaları tetikleyici unsuru oluşturup; bir anlık öfke, cinnet getirme vb. Şeklinde dışa yansımaktadır.
Toplumsal yaşama toplumsal faydalılık açısından, kadından yüzyıllar önce dâhil olan erkeğin (ilk doğal işbölümünü kadın- erkek arasında ki iş bölümüdür), toplumsal konumda erkek egemen bir yapısının dinsel, siyasal vb. yerleşmişliği karşısında kadının toplumsal yaşama dâhil olması çok eski değildir.
Üstelik bizim bulunduğumuz coğrafya açısından çok daha yakın bir döneme tekabül ediyor ki bizler bu süreci tamamen içinde yaşıyoruz aslında.
Erkek erkinin yıkılmasına “doğal” “içgüdüsel “, "hayvani" bir tepkiyi ortaya koymaktadır özetle.
Eril toplumsal sistemin yasaları, "tahrik indirimi, kadının kutsal görevini yerine getirmeme, evlilik ve aile kurumunu zedeleme" vb. nedenleri kadını korumakta yetersiz kalmaktadır.
Çok basit bir örnek olarak; Türk Medeni Kanununun 187. maddesine göre kadınların evlilik sonrasında eşlerinin soy ismini alma zorunluluğu bulunuyordu.
İsteyenler bekârlık soyadını eşinin soy isminin önünde kullanabilse de bu hak sadece bir evlilik için geçerliydi.
Kanun maddesi eşitliğe aykırı görülerek Anayasa Mahkemesine taşındı. Yüksek Mahkeme başvuruyu haklı buldu, kadınların sadece bekârlık soyadını kullanabileceğini ve iki soy isim kullanmada sınır bulunmayacağı hükmedildi.
22 Nisan 2023'te verilen bu karar 28 Nisan 2023'te ise Resmi Gazetede yayımlandı. Kanunda boşluk oluşmaması için meclise 9 ay içinde düzenleme yapma süresi tanındı. Meclis bu süreçte bir çalışma yapmadı ve karar geçtiğimiz hafta yürürlüğe girdi.
Yüksek Mahkeme'nin kararının tersi yönünde bir düzenleme yapılmazsa kadınlar mahkemeye başvurmadan sadece evlilik öncesindeki soy isimlerini kullanabilecekler.
Düşünün ki iki binli yıllardayız ve hâlâ kadının bekârlık soyadı kullanımını için bile yasal düzenleme yapılmış değil.
Erkek yıkılan, öldürülen erkliğini/erkekliğini elinde tutabilmek adına daha çok öldürücü olabiliyor maalesef.
WEF'in raporladığı gibi kadınlar 131 yıl dayanabilir mi bilemiyorum ama kadının da erkeğin de insanca yaşayacağı başka bir dünya mümkün. Hepsi bu.