Zaman eski zamandı ya, ne ekmeğin tadı bozulmuştu ne de insanın mayası.
Mevsimler bile kendi tadındaydı. Dört mevsim yaşanırdı o zaman. Kar yağarken yapraklar dal uçlarında yem yeşil donmazdı. Yaprak sararır düşer, kar usandıracak kadar yağardı. Hele o ilkbahar, ağaçlar bir çiçek açardı ki memleket kokuya doyardı.
Yaz geldiğinde gece yatmadan yatmaya ancak girilirdi evlere. Evler ki; sırt sırta vermiş kardeşler gibiydi. Sevinçlerde hüzünler de birlikte yaşanırdı. Bir dama çıktığında mahallenin yarısını yukarıdan gezip gelirdin. Kimsenin gözü yukarlarda değildi. Kimse de başı dumanlı dağlarla yarışmazdı. Yerin altı ölülerin, yerin üstü insanların, gökyüzü kuşlarındı. Kapı önleri açık hava salonları gibi olurdu. Her olay birlikte yaşanırdı. Çarpık yapılaşma böylesine işgal etmemişti gökyüzünü. Rüzgâr estiğinde, en kuytu köşelere bile ulaşırdı her ses.
İşte o geçmiş zamanların yaz akşamlarında toprak damlar, engin duvarlarla çevrili örtmeler komşularla dolardı.
Muhabbet akşamları bir başka olurdu. Çünkü hava da toprak da insan da kirlenmemişti o zaman.
Geçmişteki güzel günler, ağzımızda hoş bir tat bırakmış ama bu tat buruklaşmıştır. Fakat insanın yine de o günlere duyduğu özlemi dindiremez, çünkü gelecekte öyle günler yaşayacağı kesin değildir.
Gelecek ise ne elde, ne de hafızadadır. Sadece bir ümittir, bir bekleyişten ibarettir.
Eskilerin üstüne yenileri koyamadığımızdan olsa gerek.
İnsan ne zaman kendini ve yaşamını yaşamayı bırakır ortak yaşam içinde yitip gider o zaman eskiye döner. O zaman bir şeyler eksik duygusu uyanır, o zaman eskiler hatırlanır, düşünmeden yapılanların güzelliği içinde kalır özlemle.
Güzel şeyler bırakmak vardı; özgürlük, sevgi, kardeşlik, barış gibi. Nefret, savaş ve paradan ibaret bir sistemin içine bırakıyoruz kendimizi. İnsanlıktan çıkıyoruz.
Çok özledik geçmişteki güzel günleri be birader!