ve her savaş;
evsizler...
vatansızlar...
açlık
hastalık
istismar
ve ölüm demekse
savaşı kim ister ?
ve her savaş;
daha ucuz iş gücü
daha çok dikilecek bina
satılacak daha çok silah demekse
barışı kim ister ?
Yaşadığımız coğrafyanın caddeleri, sokakları, meydanları kan gölüne döndü. Neydeyse bile diyemiyorum.
İnsanlar ölüyor…
Öldürülüyor …
Bir nesil yok ediliyor gözlerimizin önünde.
İnsanlar evsiz , yurtsuz , vatansız kalıyorlar.
Korku korkusuz !
Elini kolunu sallayarak naralar atıyor bir külhanbeyi edasıyla.
Gülümseyen çocuk yüzlerini unutmayı öğreniyoruz gün be gün .
Halimiz hal mi şimdi ?
Mevsimler yabancılaşıyor tenlerimize.
Acılar ötekileştikçe birbirimize de yabancılaşıyoruz bu kahredici iklimlerde.
Aşklar buruk nar çiçeği, kalbimizden geçip gidiyor balçıktan iğneleriyle.
Tarihin acımasızlığı falan demeyeceğim.Bilerek , isteyerek yapılan şeylerde acımasızlık diye bir şey yoktur.
Ki bu savaş yoksulların savaşı değil.
Çocukların savaşı hiç değil.
Geçtiğimiz yıl 10 Ekim’de , barış için Ankara’ya ülkenin dört bir yanından gelenlerin gözleri kalbimizi deşiyor olsa da.
Gerçekten bu savaşın durması , durdurulması için güçlü bir duruş gösteremedik ne yazık ki hiçbirimiz.
“Eğer barış istiyorsan savaşa hazırlıklı olmasın !” tarihi Romalılara kadar uzanan bir slogan bu gün halen iktidarsa.
1.Dünya savaşının temel sloganı “her erkek asker doğar !” pervasızca atılmaya devam ediyorsa.
Çocuklar savaştırılıyorsa bedenlerinden büyük silahlarla.
Söyleyin barış kimin umurun da ?
Seyircisi kaldığın her şeyde suça ortak olursun ve bizler de bu suça ortağız öyle yada böyle.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasını çoktan geçmişlerin demindeyiz.
Bu gün Suriye’den doğru Ortadoğu’da ortak mülkiyetin bireysel kullanımına karşı zor yoluyla yürütülen bu savaşın çoktan bir parçasıyız artık.
Patlatılan bombalarla parçalanarak hem de.
Yanan “arka bahçe” değil, evimizin ta kendisi.
Her tarafı yakarak yanıyor gözlerimizin önünde.
Şimdi her yer kurşun, gökler uçan ateş..!
O hal de.
Şimdi susabilirsiniz…