İnsanların gözlerine bakmayı severdim eskiden. Gözlerinde ki duvarının taşlarına dokunur, o taşlara hayat veren suda kaybolduğum bile olurdu. Anılarıyla birlikte kaybolup giden geçmişlerini, gelecek için umutlarını okşardım gözlerinin derinliklerinde.
Umut...
Eski evlerin teraslarında sallanıp duran, sahibini arayan sandalyeler gibiyiz şimdi.
An be an tüketmenin verdiği tükenmişlik, kalabalığın ortasındaki yabancı yalnızlık.
Kendine yabancılaştıkça üzerinde yürüdüğü yol, akordu bozulmuş saz misali garip sesler çıkarıyor ama umursamıyor.
Yolun mutluluk getirdiği zamanlardan, nereye gittiğinin getirdiği mutlulukla karışan ruh yorgunluğu zamanları.
Zaman...
Yazlıklar boşalmış, yollar yolcularının anılarını eskitiyor güneşin tembel ışınlarıyla. Geceyi çağırmıyor artık imdadına deniz, tebessüm ediyor habire kumsalın suratına. Çakıl taşları şaşkınlıkla balıklarla oynaşıyor çocuklar gibi.
Ekim, sonbahardan alıntılarla uyanıyor her sabah ve her gece nemli gözleriyle kahkahalar atıyor gökyüzü.
Begonvilin söylediği hüzünlü bir şarkı bey dağlarından aşıyor.
Dinle...
Mevsiminden önce solan saksı çiçekleri, kuru dallarda asılı kalan son incir.
Eski masallar ninelerimizin mezar taşlarında en derin uykusunda şimdi ve o masallarla büyüyen çocukların suskunluğu gecenin göğsünde tınısını yitirmiş yitik bir ninni.
Uyan...
Düşün en sevimli yeri sevgilinin terleyen ellerinde sınıyor bir aşkı ve ateş çemberinde yanan her aşk suya çeviriyor yüzünü.
Dedim ya insanların gözlerine bakmayı severdim eskiden, yalanla beslenmeden önce gözleri.
Gözlerini ver bana, gözlerinden bakayım sonbahara. Sararıp dökülen yapraklara ve gözerinin derinliklerinde ki geleceğe… Sonbaharda mutlaka evlerine dönerdi bütün âşıklar.