Bazen sadece günlerin geçip gitmesini bekleriz, ta ki kavuşma anına dek nefesini tutup beklersin.
Beklemek de kavuşmak mıdır?
Siyah beyaz fotoğraflara dönüşürken ömrümüz; takvim yaprakları birer birer sararmış, zamanın ruhu can çekişiyor.
Günün ışıltısı gecenin sessizliğini paslı bir bıçakla kesince mi olurdu sabah,
Sesler sesleri bölünce mi aydınlanırdı gün? Nasıl uyansın, soframızdaki ekmeği bölüşmeden serçeler?
Sonra her şeyden az, her şeyden çok.
Bir ben uyumadım o gece, bir de göğsümde uyuya kalmış çocuk bakan o fotoğraf.
Hani diyorum vakit varken
Mayıs yetmişine basmadan, ağarmadan rüzgârın saçları.
Diyorum ki kuşlara yasaklanmadan bahar,
Zeytin ağaçları dikelim çocuklarımızın parmak uçlarına.
Siyah beyaz fotoğraflara dönüşmeden ömrümüz diyorum hani.
Şiir'in kapısını kapatmadan sarayın bekçileri, her kalemin kendi rengiyle sabahların pencerelerine en güzel şiirlerimizi asalım istiyorum hani.
İzi kalsın yarına, bir de belleği aklımızın.
Gidelim sonra.
Yaprakların arasına gizlediğimiz hikâyeye götürsün yol bizi.
Tenimizde alevlenen ateşin suyuyla yıkayalım yaralarımızı.
Dinsin sonra kalbimizin ağrısı.