Ne de kolay vazgeçiyorsunuz düşlerinizden,
Vazgeçemem dediğiniz her şeyden.
İnsan nasıl vazgeçer kendinden?
Ve hepimiz öleceğiz!
Bizler bu gün , bu kahredici dünya da ölümüne ruhumuzun canını çekiştiriyoruz.
Kaç arkadaşıma "şuan başını da alıp ruhumu kaçıp gitmek istiyorum" dedim.
Ve çoğu , "benim de" cevabını verdi.
Oysaki gideceğimiz başka bir yer, başka bir dünya olmadığını hepimiz bal gibi biliyoruz.
Öfkeyi, kızgınlığı ifade etmenin bir çeşit yöntemi olarak zaman zaman böyle cümleler kuruyoruz.
Öleceğini bilerek yaşamak ayrı şey, ölüyor gibi yaşamak ayrı şey olsa gerek.
Nal çakmayacağız şu dünyaya, öleceğiz.
Her birimiz öleceğiz ama “insan” yaşayacak.
Ve çoğumuz o can çekiştirdiğimiz ruhumuz azıcık nefes alsın, rahatlasın istiyoruz.
Eğer ki dünyanın bir inme düğmesi olsaydı, birçoğumuz hayatında üç beş kez o düğmeye basıp inmek isterdi eminim.
İnsanın bu denli kendini boğulmuş htiği zamanları yaşıyor olmak, insana kendini lanetlenmiş gibi htiriyor ne yalan söyleyeyim.
Birkaç insan dışında hiç kimse bir şey yapmıyor, sesini çıkarmıyor dediğiniz bir zamanda bu toplumun yarısı tarihi bir referanduma “Evet” derken, diğer yarısı “Hayır” dedi.
Bu toplum “bir şey “ dedi, okuyup okumamak bu alanda ahkâm kesenlere kalmış.
Ya da kalmamış, her neyse.
Her gün duyduğumuz kalıplaşmış cümleler, kelimeler yaşadığımız zamanları anlatmıyordur kim bilir!
Bu gün duyarsız dediğiniz insanlar, klavye başı aktarım yapanlardan çok daha fazlasıdır belki de.
Olamaz mı?
Kesin hükmü veren kim? Mutlaklığa tapınanlara karşı olup mutlaklığı savunuyor olamayız değil mi?
Yazdığımız yazıları, şiirleri anlamıyor dediğiniz o insanlar, yazdığınızdan çok daha fazlasıysa, o yüzden anlamıyorlarsa yazdıklarınızı…
Birde bu pencereden baksak ölür müyüz?
Öldüğümüzü söylerken yalan söylememişsek eğer, ölmeyiz be!
Kitap okumuyor dediğiniz insanlar da onlar, bir kitap alarak elden ele dolaştırarak okuduğunu bilmediğimiz insanlar da.
Belki sokaklara dökülmüyorlar. Çünkü sokaklara döküldüklerinde kendilerini ait hissedecekleri bir yapı yok.
Var da saklıyor olamayız değil mi?
Bazı şeyleri, salt korku ile açıklama bir hastalık halini almış vaziyette.
Üzgünüm.
Replik kapma yarışını bir kenara bırakıp, yeni cümleler kurmayı, yeni pencereler açmayı denesek kıyamet mi kopar?
Bırakalım kopsun!
Mutsuz olmak olağanlaşmış ve hiç bir tedaviye cevap vermez haldeyse ve bu hal bizi biteviye insanın ölüme taş döşetiyorsa, o taşları söküp atabilmek için mutlaka bir yol olmalı.
Ve bu yolu yine biz bulacağız şüphesiz ki.
At gözlükleri atlara nazır kalsa, gözümüz mü çıkar?
Göz kapaklarının altında ki, alınlarında ki ve ellerinde ki yaşamı görmediğimiz bir dünyayla, sınıf sınıf diye bağırdığınız başka bir dünya paradoksu.
Hepsi bu.