Kapitalizmin her an beynimizi bombardımana tuttuğu "beğenilme isteği" iken, kitaptaki eksik sayfa "sevme/sevilme isteği" olmalıydı. Bütün canlıların o ortak hissi.
Her an maruz kalınan obombardımanın etkisiyle hemen karşı çıkanlarınız olacaktır kuşkusuz. "Beğenilirsen sevilirsin de zaten". Oysa beğeni, beğenilmek, arz ile sunulmak ile ilgidir ve tamamen nesnelere ait şeylerdir.
İnsan ne oranda nesneleşirse o oranda kendi öz duygusundan uzaklaşır ve değişim değeri olan bir nesneye dönüşür esasında.
Bir adamın arabasını sevdiği gibi beni sevmesini istemem mesela, çok sevse bile istemem. Böbürlenerek anlattığı bilmem ne özellikli evini beğendiği gibi beni beğenmesini de istemem. Saksıdaki sardunyalarımın bile böyle sevilmesini istemem.
Sardunyalar nazik çiçeklerdir, küserler sonra hem neme lazım,
“O konuşurken gözlerinin içinden nehirler akıyor sanki hiç susmasın istiyorum, o konuştukça coşarak akan o nehirde kaybolup gidiyorum sonra"
İnsanın insanı dinlemesi, insanın insanda dinlenmesi ne kadar kıymetlidir değil mi? Hayatınız boyunca herhangi bir eşyaya böyle bir cümle kurar mıydınız yahut böyle bir cümleye kalbinizin kapılarını sonuna kadar açar mıydınız? Cevabınız size kalsın.
Beğenilme isteği, Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisi’nin üçüncü basamağındaki “sevilme ihtiyacına denk düşüyor gibi olsa da bu gün insanı nesneleştiren yönde hızla ilerliyor olması ürkütücü.
Örneğin sosyal medyaya herhangi bir fotoğraf koyacağınızda, “fotoğrafı koymadan önce kırk takla atıyor olmanız, en ince ayarlı filtreyi yapmalıyım, şu saat diliminde paylaşım yaparsam görmezler şu saat diliminde paylaşırsam daha çok like alırım, ya az beğeni alırsam, görüyor musun bak otu böceği beğeniyor beni beğenmiyor” vb. gibi onlarca düşünce geçiriyor beyniniz.
Aldığınız like'ler eşittir sevgi :)
Aldığımız like'ler ile sevgi açlığınızın giderilebileceğini, beğeniler arttıkça bizi sevenlerin çoğalacağı sanrısına kapılarak yaşayıp gidiyoruz işte.
Oysa sevgi herhangi bir karşılık beklemez.
Bir annenin yeni doğan bebeğini kucağına aldığı o ilk andaki gibi karşılıksızdır.
Öte yandan o kucağındaki bebek büyüdükçe maruz kaldığı bombardıman o sevginin bir karşılığı olması gerektiğine inandırarak büyütüyor bebeği ve anneyi. “Beni seviyorsan beni öp, beni seviyorsan şu tabağı ver, beni seviyorsan odanı topla”
Oysa sevgi karşısına herhangi bir koşul koymadan, işte o saf haliyle insani olan değil miydi?
Gerçekten sevilmek istiyorsanız önce siz sevmeye başlayın karşınızdaki insanı. Aykırılıklarını, uçlarını, hayata karşı tavrını, duruşunu olmasını istediğiniz gibi değil olduğu sevin.
Hayat kısa kediler her zaman çiçek çalmazlar lakin o saf samimiyetle yaşanılan sevgi sizin hayata sımsıkı tutunmanızı sağlayacaktır, buna inanın.
Sevgisiz bir dünyanın canı cehenneme.