Döverek
Öldürerek
Aşağılayarak
Yalnızlaştırarak
Ötekileştirerek
Kadınları(anneleri) kutsarız...
Kadınlıklarını kutlarız…
Kadın olmak zordur bu coğrafya da.
Anne olmak zor!
Ölüm kör bir kurşunla gelir.
Ölüm bağıra çağıra gelir.
Yetmez çekilen acı, üstüne toplumsal ananeler örtülür.
Yetmez üstüne “kara toprak” örtülür.
Kadınlar üretim araçlarının gelişmesine paralel olarak ev ekonomisinden koparak( evde ki basit üretimin maliyeti yükseldikçe) toplumsal üretime zorunlu olarak dahil olmaya başlar.Ki bu süreç oldukça yakın bir döneme rastlar.
Bulunduğumuz coğrafya da ise çok daha yakın bir sürece tekabül eder.
Ne zaman ki kadın toplumsal üretime, çalışma yaşamına dahil olur; bu bir yandan kadını özgürleştirirken, diğer yandan ev içerisinde ki işlere (teknik gelişim iş yükünü büyük oranda hafifletse bile ; çamaşır ,bulaşık makineleri, ev aletleri, kreş vs ) bir de çalışma yaşamının getirdiği zorluklar eklenince kadının omuzlarında ki yük artar.
Hele ki kapitalist üretim biçiminde kadının kendisinin de metalaştırılması olgusu, üzerine binen yükü bir kat daha artırır ve işte durum bu noktada karışmaya başlar.
Kadın çalışma yaşamıyla basit ev işlerinden kurtuldum derken bütün bunların sorumluluğunu toplumsal anlamda hala üzerinde(yasa olarak da) bulunması belli bir kırılmayı koşullar.
Kendi ev ekonomisi içerisinde “mutlu “ olan kadın artık mutsuz, sorun olarak görmediği şeyleri artık sorun olarak algılamaya başlar ki doğaldır. Kısacası üretim tarzı üretim ilişkilerini şekillendirir ve kadın cinsi de tıpkı erkek cinsi gibi bu çarkta öğütülür.
Özetle kadını ezen, sömüren erkek cinsi değil, içinde yaşadığı eril sistemin kendisidir.
Bu bağlamda erkek cinsi kadına kıyasla çok daha fazla ezilmiş, sömürülmüştür.
Üretim tarzını değiştirmeden, o üretim tarzının oluşturduğu üretim ilişkileri üstten parçalamaya kalkmak bir vadide bağırıp, kulağının kendi sesini dinlemesi gibi bir şeydir.
Bu gün geldiğimiz nokta açısından üretimin toplumsallaşması ve kadının da en az erkekler kadar bu toplumsal üretime dahil olması bu alanda ki yasaların da değişmesini gerektirmektedir.
Bu bağlamda çalışma yaşamının yasalarının değiştirilmesi için mücadele etmek bir zorunluluktur.
O yüzden hepimizin yapması gereken, sorumluluğumuz olan en önemli şey toplum tarafından geliştirilmiş üretim araçlarının gelişiminin engellenmesine, tahrip edilmesine(savaşlar bu tahribatın en fazla yapıldığı alanlardır, halkların varlıkları hoyratça harcanır) karşı durmaktır.
Kitap, bitap dökülür üstüme
Ayak bileklerimde hal hal …
De ırgat
De beyzade
De burjuva
De gel !
Geldimse
Bir testi kır
Bir yüz görümlüğü
Bir bez bayrak as.
Kasığının suyunda kirim
Arınsın tenimden.
Eye kemiğinden ayrıksı ten ha
Tin gahlarında “havva” (g)izi kalır.
Lilith’ye savrulur kaçak isyan.
Kirpiklerimin sürmesi
Süzülür yastığına,
Eleklenir teleklerinden kapkara.
Destanlarından,
Şiirlerden içre kentlerin tenhasında
Adım aşk
“zehirli sarmaşık “ tır yaprağında
Ara ki bulansın döşün.
Tadı dilinin ucunda tiryak
Dem heyhat !
Adım ki
Yüzyıllık adım
“erkek gibi kadın “
Yüzlerce yıllık adının ardılı adsız.
Adım
Manhattan New York’ta işçidir
Dokuma tezgâhlarına dökülen terimin aynasında.
Ki sütten artık
Anason kokar
Bebelerimin ağlak dudakları
Çalışmak zamanında.
Okunmadı,
Yazılmadı daha…
Babadan miras
Soyunur pembesinden
Vardiya sabahları
Adının yokluğundan kadın.
Umut yarın olmasın.
Umut yaşamın kendisi olsun.