İnsanların kalbi neden çabuk ölüyor Süleyman?
Apartmanların kanında mı var bir bozukluk?
Yoksa evlerimize giden asfalt yolların zifti midir damarlarımızı büzüp güdükleştiren?
Bu, nasıl bir çağdır böyle?
Öteki bahçede ki ağaçların kesilmesine parmak kaldıran elle, kendi bahçesinde doğa sevici kesilen el, aynı el midir?
Akıl nerde başlar? Vicdan nerde biter?
Yan oda da uyuyan çocuğuna tekme tokat girişirken, meydanlarda şiddet karşıtı kesilen ayak, aynı ayak mıdır?
Işıl ışıl kentlerin içinde sönen ruhlarını hangi güzellik kremi iyileştirebilir insanların?
Market reyonları yiyeceklerle doluyken, sokakta açlıktan ölen bir insanın cenaze merasimini nasıl anlatır bir şiir?
Ben mezarlık sevmem.
Elimi tut, en çok ta kalbimi.
Ağustos deme bana Süleyman.
Ağustos böcekleri yan gelip yatmazlarmış mesela.
Toprağın altında tam on yedi sene kanatları oluşsun diye sabırla bekler, sonra hep birlikte aşka uçarlarmış yeryüzüne.
Dört haftalık kalbine bir eş aramak için cırr cırr cırrr diyerek öterlerlermiş.
Ağustos sonunda ölürlermiş zaten Süleyman.
La Fontaine'e nasıl kızıp öfkelenmez şimdi, yanlış bir masalla büyütülen çocukluğumuz?
Çalışan insanlardan çalanların onurlu geçindikleri bir çağ bu.
Ağustos böceklerine haksızlık edenler utansın...
İnsanların kalbi neden çabuk ölüyor Süleyman?
Uçurumlar pahasına çiçek açan kalbimizin düş mevsimi sonsuz değil miydi?
Aşkı bir çiçeğe benzetenlere hep karşı çıktım ben.
Hele ki mevsimlik dikilip açan çiçeklere.
İlle de bir çiçeğe benzetilecekse ben kaktüslerden yana tarafım, bilesin.
Kalbimizin, "dikenli çöl bekçileri..."
Kışa dayanamayan bir kaktüs çiçek açamaz Süleyman.
Çocukların bile kalbinin öldürüldüğü bir çağ bu.
Karıncaya el değmezliği masal kitapları yazmıyor artık.