Sallayıp durma öyle, yüzüme bakmadan otur.
Dalga dalga bayraklaşan karanlığa dokun hele
Ağırlıkların dökülsün eteğinden.
Kentin kayıp kadınlıklarının dudaklarından öp önce
hayat bulsun düşleri…
Çocuklarını emzir yetimhanelerde
Gölgelerin çıngırakları incitmeden yıldızlarını
Bileklerinde ki intiharları kazı
geceye görünmeden gizlice.
Geçmiş zaman deme …
Baksana
Sesim bozulmuş kuş yuvası dalında
Akşamım mısır tarlası caddelerde domuzlarını besliyor habire.
Nefesim eski İstanbul sokakları
Sallanıp duruyor doklarda,
14. yüzyılın Venedikli tacirleri boğazımdan çalıyor gibi yine.
Oysa otuzuncu yaşımı aşmıştım çoktan
Sandıklara kilitlemiştim ağıtları,
Çığlıkları
Su yollu aynalara saklamıştım.
Aynalar nedensiz asmaz insanın yüzünü,
Nedensiz dağılmaz yatak odaları
21. Yüzyılda.
Oturma odaları misafirlerine incelik içiriyor
Sanırsın labratuvar numunesi
Vitrinlik takımlar sohbetin dip noktasında
Kendini vuruyor metal insanlar yemek masalarında
Sırayla…
İçimde ince bir ağrı
Ağrı Dağı…
Kral yolu nerdeydi ?
Patika nerde ?
Metro duraklarından doğuruyor sabahları.
Eski pencerelerde yeni çiçekler açmaz ki Süleyman…
Şu bulutları söküp atmalı
Oturdukları koltuklarıyla yerlerinden.
Yanaklarımda ki şemsiyenin tellerini dişlerime geçirmiş rüzgar
Bir vardiya gıcırtısı akşam.
Nasıl bir yazdır bu böyle ?
Ağustos sıcağında yer yerinden oynasa yaprak kımıldamaz mı ?
Pencereyi kapat üşüyorum Süleyman…
Saksıda ki kuşlar ihtiyar çiçekler gibi
El üstünde
Kaydıraktan kayıyor her sabah reklamlık hayatlar,
Taş suratlı kaldırımlara benziyor git gide insanlar…
Ön Asyalı çocukların kalbini gören var mı annelerinden gayrı ?
Minareler istavroz zamanlı bir zaman mı ki ?
Bu dünya sana da kalmadı Süleyman !
…
Yeni güne yeni mektuplar bırakmalı şimdi
Zil çalan etekleri olmalı çocukların
Zarfların içinde,
Bide gülümsemeleri
Yeryüzünün en kuytu köşelerinde.