Bu gün 3 ay süreyle olağanüstü hal ilan edilmiş sevgili ülkemin ilk sabahına uyandım.
Uyandık.
Sabah gri bulutlar vardı gökyüzünde …
Belli ki yağmur yağacak…
Kuşların seslerini duyamadım…
Yenigün de sabahın 05:30’unda sokağımızdan durağa kadar daha çok kadınlar vardı, işe gitme telaşında.
Belediye otobüsündekilerin de yarıdan çoğu da kadındı, bunu yazmayı ihmal etmemeliyim sana.
Neyse…
Genel durumundan dolayı sevk ettiğimiz bir hasta yakınının ,
”İlla darbe mi yapmak gerekiyor ?
Bu kadın burdaa doğuracak !”
deyip üstümüze yürümesinin üzerinden tam dört gün geçmiş bu gün.
Satırla, tabancayla üstümüze yürüyenleri bilse, elini havaya kaldırıp üstümüze yürümenin bizi korkutmayacağını bilirdi kuşkusuz o adamcağız da ..
Şu sağlık çalışanlarının korkusuz şövalyelere benzediğini düşünürüm bazen. Bir sürü şeyi yaşayıp da ertesi gün aynı yerde çalışabiliyorlar mesela.
Oysa şu son günlerde çalışma arkadaşlarım oldukça gergin, endişeyle karışık korkulu gözlerle bakıyorlar birbirinin yüzlerine ve işlerini yapmaya çalışıyorlar. (Bunlar hata nedenleri arasında yer alır ki, sağlık alanındaki her hata cana mal olabilir, burası çok net.)
Nasıl olunmasınlar ki , “listeler mi varmış ? Kim varmış ? Kim yokmuş ? soruları havada uçuşmuyor, gizlice- sessizce konuşuluyor. A sendikasına üye olanlara bir şey olmazmış , B sendikasına üye olanların vay halineymiş ,C sendikası da mı varmış, hiçbir sendikaya üye değilim kesin ben gittim vb. kulaklardan taşan konuşmalar…
Sorular… Konuşmalar… Sorular … Sessizlik… Sorular …
Ben yine , Gün Aydınlığı ! dileğimi eklemeden geçemeyeceğim.
Bu günlük böyle sevgili günlük…
Kalbimle …