Ve bizler sessizce seyrederken gökyüzünü, yeryüzüne hayaletler doğurduk kadınlarımızdan.
Gözlerimizin içindeki ışıltıyı, gemilerin bayraklarını yaktılar biz sustukça.
Ve biz sustukça bahar yapraklarını, umut mevsimini düşürdü cüzdanından...
Bazen kullanılan dil, seçilen sözcük yaşanılan anın geride bıraktığı külün içinde çırpınıp duran o inançlı kuşun tırnak uçlarında ki anlamı anlatmıyor gibime geliyor.
Korkunun gözlerinin içindeki boşluğu, çaresizliğin ellerinde yutkunup duran uçurumları, bekleyişin kâh çöken omuz başlarını, kâh yalnızlaştıran çöküşünü. Sevincin ruhunda esen rüzgârı, dinginleştirecek akışını da anlatmıyor.
Okuduğumuz onca kitap, kullandığımız onlarca sözcük, dizelerde sallanıp duran sığlık mı desem, eksiklik mi desem, boğuluyorum, boğuluyoruz esasında.
Sallanıp duran bayraklar coğrafyaları incitiyor, inciniyor pencerelerinin buğusuna minik parmak uçlarıyla "umut" yazan çocuklar.
"Coğrafya kaderdir “in, "kader “ini elinde tutan iktidarlar ile erişilebilirliğe cüzdanları yetmeyen öteki dünyanın insanı aynı aynaya yansıyor öyle mi?
Şiir, yol kenarlarına savrulan trafik kazaları gibi savruk, kavruk yaz akşamlarından kalma, karşı kıyıya ulaşmıyor bir türlü.
Ve en çok da korku vuruyor şimdiler de cesareti.
İklimini aramayı çoktan unutmuş, hiçliğinde sallanıp duran insan suretleri vitrinlerden el sallıyor kaldırım telaşlarına.
Anılarından nefes almaya çalışanlar, belleklerinde ki kelepçeleriyle bir içimlik sigara misali söndürülüyorlar küllüklere.
Sabah evden çıkmanın akşam eve ekmek götürme döngüsüne yetmeyen emek, sokakların sessizliğini de koyuyor olmalı her gece yastığa.
Ve dua, çarptıkça gökyüzüne parmak uçlarını eziyor yoksul evlerin.
Saatin tanrısı zaman söyle onlara, üzerinde oturulan koltuğun ayakları çelikten bile olsa illa ki kırılır bir gün.
Umut Yarın Olmasın!