Bu sabah yeniden yürüdüm kendime.
Kendimden yeni ayaklarımla kalbime.
Yollar...
Binalar...
Ve İnsanlar...
İnsansız düşündüm biran insafsızca.
Toprağı
Havayı
Suyu
Sesi ve Sessizliği...
Kendimin şahidiyim ki, çoğu kez başka başka şehirlerde uyanıyorum her sabah.
Kimi şehirlerde zifiri karanlıktı sokaklar…
Penceresinde günaydınlar aradığım eski binalar, ışıltılı vitrinlerin içinde gülümsemelerin kaybolduğu caddeler…
Akşamdan kalma köşe başlarının müdavimi, puslu gözlerinde anason kokusunun kendine yabancı bir sarhoşluğu ile uyananlar…
Kimi şehirlerin avlusunda güvercinler…
Çifte minareli, fesli amcaların kulağı salada, yüzlerine çarptıkları sanrılı sabahlar...
Yolların çizgileri hep siyah beyazdı,
Ben renkli severim.
Kimi şehirlere daha çok tren yolculukları yapıyorum. Kara trenler, lokomotifler, hızlı trenler…
Expreslerin lokantalarında bir sabah aymazlığı.
Uçaklar mı?
Ne bileyim, henüz yükseklik korkumu yenebilmiş değilim. Yine de erişebilirdik gülümseten bir sabahtır dimağımda.
Şehirden şehre güne iki paket sigara pek kadınca olmasa da, umurumda değil.
Duman, kül, savrulan yollar…
Yolculuklar…
Ben, daha çok savrulan hayatlar kısmına bakıyorum ne yalan söyleyim.
Enkazlara, yerle bir oluşlara ve varoluşlara, yeni bir pencere açmak isteyip de açamamak kısmına.
Uçurumun kıyısında kısımları sesimi kısıyor mesela, gözümün camını kapatıyorum o vakit. Çünkü buğulanıyor gözlerim, ben bir körüm.
Kimi zaman akşamına şişe kapakları açmak, başka bir şehre taşınmak gibi htiriyor insana
Ve çoğunlukla sarhoşluğun ağlamak boşluğunda yakıyorum kâğıtları o vakit.
Yanılıyorsunuz, ağlamıyorum.
Gözyaşı en kolayı olur şehirlerin otogarlarında, hastane koridorlarında ve mezarlıklarında.
Sonra arabaların motor sesi, ardından bi çocuk sesi birbirine bu kadar mı karışır Sabah bu mudur?
Bu mudur yaşlı geceyi çocuklaştıran?
Mezarlıklar misali insanların üstüne örtülen karanlığı uyandıran, bu mudur?
Yağmurun inadı kaldırım taşlarına kurşun gibi iniyor.
Bağırmıyorlar…
Bağırmıyorlar…
Bağıramıyorlar…
Sağır edici bir sessizliğe açılıyor her sabah sokak kapıları.
İşte o an kuşların kanatları tutuşuyor gökyüzünde. En çokta gri vuruyor kanatlarının sesini, sesimi.
Sokaklar su birikintilerinin aynasında yıkıyorlar yüzünü, tekerlekler üstünü.
Çağcıl arabaların çağdışı direksiyon koltuklarına oturanlara küfürler yağdırıyorum sabah sabah.
Kimine romantizmdir yağmur, kimine ağrı…
Kâğıt toplayan çocuklar üşümezmiş mesela,
Kâğıt gibi üşüyen bir bebek vardı oysa Ankara’da, derme çatma bir barakada, sabahın gözlerini açamadığı…
Unuttunuz değil mi?
Söyleyin, şimdi hangi şehir de uyanayım, hangi şehir de?