Hep bir yerlere, bir şeylere yetişmeye çabalayıp duruyoruz.
Dünya dönmüyor da koşuyor adeta.
Daha gün doğmadan geceden kurduğumuz saate uyanmaya yetişiyoruz da, balkonda ki kuşlara yetişemiyoruz.
Elimizi yüzümüzü yıkamaya yetişiyoruz da aynadan bize bakan kendimize yetişemiyoruz.
Çaydanlığın altını yakmaya yetişiyoruz, çay demlemeye yetişemiyoruz.
Gözlerini uykudan ayıramayan çocuğumuzu bakıcısına bırakmaya yetişiyoruz da, canı sıkılmış haline yetişemiyoruz.
Geçme saati yaklaşan otobüsün durağına yetişiyoruz da bir “günaydın” demeye yetişemiyoruz.
İşe başlama/bip sesine yetişiyoruz da, kapının girişinde çarptığımız o çocuktan özür dilemeye yetişemiyoruz.
“Türkler taş taşımakta çok iyiler!” twitine yetişiyoruzda, yere çakılan asansörde ölen hayatının baharındaki Zeren Ertaş'a yetişemiyoruz.
Güne, güneşe, denize, ağaçlara, kuşlara, en çok da hayata, insana geç kalmadığımız zamanlara…
Hepsi bu.