Aynı kelimelerin etrafında dönenip duruyoruz.
“insan,
Sevmek,
acı,
gözyaşı,
Vicdan,
Adalet,
gökyüzü,
gitmek,
kalmak,
samimiyet,
hayaller
ve çocuklar...
Ve gelecek…”
Emek!
Kanlı emek.
Yoksulluk edebiyatı sarmalının içinde, yoksunluk krizlerimizi geçiştirme çabası bu.
Kelimelerle yaptığımız hazzı hayal bir mastürbasyon.
İndiğimiz, bindirğimiz kapitalist insanın argümanı.
Pezevenklere asistanlık ediyoruz gülümsemeyi mutluluktan sayarak.
Bağıra çağıra borusunu öttürüyoruz, yüzümüzde utancı ile.
Geçiştirmeye, gelecek yakıştırması bu.
Üff...
Çüş demeyi yakıştırmak gelmiyor içimizden bir türlü.
Dur demek intihar oluyor makineleşmenin egosunda.
Hayır demek cesaret işi.
Yuh işte!
Gece yarılarına masalar kuruyoruz devrik sandalye hikâyelerimizden.
Aşk için sıkılan yumrukları tutuklatıyoruz.
Yuh bize!
Afilli pankartlarda dantelli iç çamaşırlarımızla,
sevişmelerimiz bilbortlar da nefes nefese kalıyor.
Beğeniler…
Sivri burun, ökçeli, platform ayakkabılarımız geçiyor
Bileklerimizin kırılmasına kahkahalar atıyoruz.
Alkışlar…
Sonra
ütülü şiirler asıyoruz kırışık hayatlarımıza.
Sonra
gökdelenlerden gökyüzümüzü kiralıyoruz,
Ödeyebildiğimiz kadarıyla.
Sonra
kuşların kanatlarını belgeselleştiriyoruz,
Geçip karşısına izlemenin en saf hali avuntusuyla.
Sonra
gün bitiyor geceye sarılıyoruz ağız dolusu küfredemeyerek,
parasını ödemeye yetmiyor cüzdanlarımız, en tabi.
Ve sonra
susmayı gelenekleştiriyoruz sığıntılı sebeplerle,
Gerekçesi yaşamak oluyor.
Gerekçeli yaşamak…
Üff işte.
Yuh bize!