whatsapp
Mehmet Kiraz
Köşe Yazarı
Mehmet Kiraz
 

Osmanlı - İngiliz İlişkileri

Tarih derslerinde ve resmi tarihte hep dünyada Türklere en büyük üç düşman olarak gösterilen Çin, İngiltere ve Rus ilişkilerini incelediğimizde aslında toptancı, hele'ki Osmanlı tarihini iyi irdelediğimizde bize anlatıldığı gibi düşmanlıklar üzerine yazılan tarihin içerdeki yönetimleri aklamak adına yapılan uydurmalar olduğunu görürüz. Niyahetin'de Osmanlı devleti kendisi'de 1400-1700 yılları arasında Akdeniz havzası, Balkanlar, Kırım, Kafkaslar, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Arap coğrafyasında büyük bir emperyal güçtü. Genelde tarihin objektifliğinden, tarih etiğinden, tarih felsefesinden uzak ezberci bir tarih dayatmasıyla yetişen toplum olunca Türklerin ve Müslümanların aldıkları toprakları fetih, ama başkalarının aldığı toprakları işgal olarak beynimize kazıdıkları için hiç bir zaman Osmanlı tarihini doğru okuyamadık.. Avrupa'da sanayi devrimi, Rönasans, yeni emperyal keşifler, feodalizmin yıkılması, Kilisenin toplumsal yaşamdan elinin zayıflatılması, üniversitelerin kurulması hızlı bir değişim ve dönüşümü sağlamış, sanayi toplumunda arz talep ekseninde yeni hammadde ihtiyaçlarını doğurmuş, hammadde fakiri olan Avrupanın gözünü emperyal çıkarları için Ortadoğu'dan Uzakdoğu'ya, Amerika'dan Afrika'ya çevirmiştir. Akdeniz havzasından Balkanlara, İran sınırından Cezayir'e kadar büyük bir coğrafya'ya hükmetmiş Osmanlı devleti Dünyadaki ve Batıdaki değişimleri doğru okuyamamış, devlette büyük güç sahibi olan şeyh-islam merkezli Sunni İslam merkezli ulema takımı her şeye  din merkezli bakıp, gelişimlere Osmanlıyı tamamen kapatmışlardır. Bunun nedenlerinin başında Osmanlıdaki din ulemasının rant ve çıkarları medreselerden ticarete, vakıflardan orduya kadar büyük bir yelpazeyi kapsamaktaydı. Osmanlının 15 milyon km kare topraklarının gelirlerinden kaynaklı bolluk devlet yönetimlerinden rehavet, gelirlerin paylaşımlarındaki adaletsizlikler zamanla devlet kademelerinden ve eğitimde çürümeleri beraberinde getirmiştir.  Bu çürümelerden kaynaklı Osmanlı gelirlerine çöreklenen Ulema ve devşirme vezirler işlerine geldiği gibi padişahları alaşağı etmişler ve bazen'de din adına fetvalarla Osmanlı padişahlarından boğdurup katletmişlerdir. Osmanlının bazı tarihçilere göre 1699 yılından sonra 1923 yılına kadar geçen sürede 200 yıllık süreçte onlarca savaş kaybetmesine rağmen yıkılmamasının gerekçeleri olarak farklı nedenler sunmuş olsalar'da  en önemli faktörlerin başında  batılı ülkelerin Osmanlı toprakları üzerindeki hesaplarının çıkarlar ekseninde uyuşmaması yatmaktadır. Fransızların çıkar eksenli Osmanlı plan İngilizler, Ruslar tarafından karşı çıkılmış, yada Ruslar tarafından uygulama'ya konulmak istenen bir planın İngilizler ve Fransızlar karşı çıkarak Osmanlıya finansal ve askeri destekler sunmak zorunda kalmış ve Osmanlının hızlı yıkılmasının önünü kesmiştir... Rus Çarlığı, Değişen Tehdit Algısı ve Türk-İngiliz İlişkileri: 1699 yılında Kutsal İttifak ile imzalanan Karlofça Anlaşması ve bir yıl sonra Rusya ile imzalanan İstanbul Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun o tarihe kadar yaşadığı en büyük yenilgi ve toprak kaybının tescili durumundaydı. Osmanlı İmparatorluğu gücünü kaybederken bölgede yükselen yeni güç Rus Çarlığı oluyordu. İngiltere’nin Rusya ile olan ilişkileri ilk başlarda dostane gelişmişti. 1553 yılında İngiltere ve Rusya arasında bir ticaret anlaşması imzalanmış, İngiltere’nin Rusya’daki ticari faaliyetlerini yürütmek üzere “The Moscovy Company” adıyla bir şirket kurulmuştu. Rusya ile gelişen bu iyi ilişkiler 18. Yüzyılın ikinci yarısına kadar sorunsuz denecek şekilde devam etmişti. Ancak Rus Çarlığının I. Petro’dan itibaren sıcak denizlere inme hedefini gerçekleştirmeye çalışması İngiltere’yi rahatsız etmişti. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere açısından en önemli tehlike Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası olduğu için Rusya’nın ticari imtiyaz alanlarından uzak tutulması İngiltere’nin temel politikası haline gelmişti. Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması İngilizlerin rahatsızlığını son derece artırmıştı. Bu anlaşmanın on birinci maddesiyle Rusya; Karadeniz, Tuna ve Akdeniz’de kendi gemileriyle ticaret yapabilme hakkını elde etmişti. Yine 1783 yılında seksen bir maddelik bir anlaşma yapılarak Rusya’nın bölgedeki ticaret haklarının alanı genişletilmişti. Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz üzerinde ticaret hacmini artıran bir politika takip etmesi İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1787 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Özi Kalesi’nin Rusların eline geçmesiyle İngiltere’deki Rus karşıtı politikalar daha net bir hale geldi. Başbakan William Pitt, 1791 yılında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Rusya’nın Karadeniz üzerinde takip ettiği siyasetin İngiliz ticari çıkarlarını zedelediğini ve bunun önüne geçilmesi gerektiğini söylüyordu.  William Pitt’in bölgedeki ticari çıkarlarını artırma düşüncesine tehdit olarak gelişen Rus ticaretinin temel amacı, Kafkaslardaki ticaret yolunu cazip hale getirerek İran’daki İngiliz etkisini kırmaya yönelikti. William Pitt, Osmanlı İmparatorluğu’nun korunması politikasını aktif hale getirirken aynı zamanda bölgedeki İngiliz ticari çıkarlarının da korunmasını sağlamış oluyordu ki, bu politika iniş çıkışlarıyla 1875 yılına kadar devam etti. İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki bu yakınlaşma neticesinde ve özellikle Reisülküttab Mehmet Raşit Efendi’nin de etkisiyle ilk Osmanlı daimî elçisi Yusuf Agah Efendi 1793 yılında Londra’ya gönderildi. İngiltere’nin 1829 Yunan bağımsızlığına destek vermesi ve 1836 yılında cereyan eden William Churchill olayı, 19. yüzyılda Osmanlı-İngiliz siyasal ilişkilerinde sıkıntılı dönemler olarak ortaya çıktı. 32 1836 yılında cereyan eden diplomatik kriz nedeniyle gerginleşen ilişkileri yumuşatmak çabasında olan Osmanlı İmparatorluğu, 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngiltere’ye daha fazla imtiyaz vermek zorunda kaldı. Verilen imtiyazlarla iki ülke arasındaki ilişkiler normale dönmeye başladı. Bir yıl sonra Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi iki ülkeyi daha da yakınlaştırdı. İngiliz elçisi Stratford Canning, Ferman’ın İngiltere tarafından memnuniyetle karşılandığını ifade ederken, iki ülke arasındaki gelişen iyi ilişkileri de belirtiyordu. Rusya’ya Karşı Büyük Dayanışma: Kırım Savaşı: Kırım Savaşı, görünürde Kudüs’te bulunan ve Hristiyanlık için önemli olan kutsal yerler sorununun ortaya çıkardığı bir savaştır. Ancak perde arkasında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın güç mücadelesi ve Rusya’yı Karadeniz’in kuzeyinde tutma çabası yatmaktadır. İngiltere 1852 yılından itibaren Rus Çarı I. Nikola’nın Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmaya yönelik teklifleriyle karşılaştı. Rusya, İngiltere’yi kendi yanında tutabilmek için Fransa’nın Belçika’ya yönelik tehditkâr tavırları üzerine İngiltere’ye asker desteği sözü vermişti.1852 yılında İngiltere’de meydana gelen hükümet değişikliğinden sonra Dışişleri Bakanlığına Rus sempatisi olan Lord John Russell ve Maliye Bakanlığına William Ewart Gladstone’un atanması Çar’ı cesaretlendirmişti. Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması konusunda harekete geçen Çar Nikola I, 9 Ocak 1853’te Petersburg’da verilen bir baloya davet edilen İngiliz elçisi Sir Hamilton Seymour’a; “Türkiye’nin işleri bozuk bir haldedir. Uyuşmamız lazım. Kucağımızda hasta ve pek ağır hasta bir adam var. Biz hazırlıklı bulunmadan onu elimizden kaçırırsak büyük bir musibet yaşanmış olur” diyerek paylaşıma hazır olduğunu bildirmişti. Hamilton bu isteğe olumlu bir cevap vermemekle birlikte yaptıkları görüşmeyi Dışişleri Bakanı John Russell’e bildirerek Çar’ın istekleri konusunda görüş sormuştu. Russell, verdiği cevapta Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmayı gerektirecek herhangi bir kriz olmadığını bildirerek, Çar’ın isteklerinin çok yersiz olduğunu bildirmişti. Çar Nikola I, İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama projesini kabul etmemesi üzerine Prens Sergeyeviç Menchikov’u olağanüstü elçi sıfatıyla İstanbul’a gönderdi. Menchikov 28 Şubat 1853’te büyük bir debdebe ile İstanbul’a geldi. Bir dizi protokol hataları ve diplomasi krizinden sonra Menchikov Osmanlı İmparatorluğu’na yedi maddeden oluşan bir nota verdi. Amaç Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks Hristiyanların hamiliğini üstlenmek, Kudüs’teki kutsal yerlerin sorumluluğunun Rusya’ya verilmesini sağlamaktı. Menchikov’un bir nota daha vermesi üzerine İngiltere’ye başvuran Sultan Abdülmecit, 9 Mayıs 1853 tarihinde İngiliz elçisi Stratford de Redcliffe’i huzuruna çağırarak, savaş durumunda İngiltere’nin nasıl bir tavır alacağını sordu. Elçi, İngiliz filosunun gerektiği zaman Osmanlı İmparatorluğunu korumaya hazır olduğu yolunda güvence verdi. Diğer taraftan Viyana sefiri Mehmet Arif, Avusturya’nın kendilerini destekleyeceğini Rusya’nın isteklerinin Viyana’da da tamamen haksız olarak görüldüğünü bildirdi. Özellikle İngiltere ve Avusturya’dan alınan desteklerden sonra hükümet oluşturduğu bir kurul aracılığı ile isteklerin reddedilmesine karar verdi.Diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra General Gorchakov komutasındaki Rus ordusu 2 Temmuz 1853 tarihinde Prut nehrini aşarak Boğdan’ı işgal etti. Osmanlı İmparatorluğu bu işgale karşı ancak 4 Ekim’de savaş kararı verebildi ve karar 26 Ekim’de Takvim-i Vekayi’de yayımlandı. Savaşın başlamasından sonra Sinop’ta Osmanlı donanmasının yakılarak yok edilmesi İngiltere kamuoyunda büyük yankı buldu.46 İngiliz gazetelerinde yer alan haberler üzerine Rus düşmanlığı patlama noktasına geldi.Özellikle batan gemilerden kurtulan ve su üzerinde kalmaya çalışan askerlerin üzerlerine yağlı paçavralar atılarak yakılmaları İngiliz ve Fransız basınında geniş yer tuttu ve Rus barbarlığı olarak değerlendirildi. İngiliz gazeteleri intikam istediklerine dair başlıklar attılar. Dostluktan Çatışmaya: İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğunu Koruma Politikasını Terk Etmesi: İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile çatışma içine girmesinin belirleyici etkeni Liberal Parti lideri William Ewart Gladstone’un takip ettiği politikalar oldu. Evanjelik Hristiyan inanışa sahip Gladstone, çok katı bir dini inanışa sahipti. Bu nedenle de kendisini Haçlı Savaşçısı olarak tanımlıyordu. En belirgin özelliği Türklerden nefret etmesiydi. Bu nedenle İngiltere’nin Türk taraftarı politika takip etmesine karşı çıkıyor, Rusya Çarlığı ile ittifak yapılması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun iki ateş arasında bırakılması düşüncesini savunuyordu. 1859 yılında kurulan Liberal Parti’nin başkanlığını yapan ve 1862-1868 yılları arasında da Başbakanlık görevini yürüten Gladstone 1868 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğramıştı. Aldığı bu yenilgiyle siyasetten tamamen ayrıldığını ilan etmiş, ancak kısa süre sonra İngiltere’nin takip ettiği politikaları çeşitli toplantılarda eleştirmeye başlamıştı. O aslında kendisine ihtiyaç duyulmasını, siyasete tekrar davet edilmesini bekliyordu. Kenarda kalmış, kendini fark ettirmek, tekrar siyasete girmek isteyen Gladstone’a aradığı fırsatı Osmanlı hükümetinin 1875 yılında aldığı tenzil-i faiz kararı verdi. Osmanlı İmparatorluğu 1854-1874 yılları arasında aldığı 15 adet dış borçla 127 milyon lira temin etmiş, bunun karşılığında da faizlerle birlikte 239 milyon lira borçlanmıştı. Faiz ödemeleri ince bir denge üzerinde gidiyordu. Küçük bir aksiliğin ortaya çıkması bu dengeyi bozabilirdi. Nitekim 1873-1874 yıllarında iki yıl üst üste Orta Anadolu’da aşırı kar yağışı çiftçinin elindeki hububatın tükenmesine neden oldu. Ankara başta olmak üzere birçok Anadolu şehrinde kıtlık yaşanmaya başlandı.55 Hükümet 20 Ağustos 1874 tarihinde devletin tüm gelirlerini teminat göstererek Osmanlı Bankası’ndan 1 milyar frank borç temin etti. Bu borçlanmadan elde edilen parayla dalgalı borçların ödenmesinin yapılacağı ve çeşitli borçlara ait gecikmiş faizlerin derhal ödeneceği ilan edildi. Bu ilanların etkisiyle Londra’da Türk tahvilleri yoğun bir talep gördü ve yalnızca bu şehirde satışa sunulan tahvillerin üç misli kadar talep toplandı. Hükümet tahvil satışıyla gelir elde ederken diğer taraftan da borçlanma oranını artırdı. Tahvil faizleri bir yıl sonra ödenecekti. Ancak kasada para olmayınca hükümet bu sefer de Galata Bankerlerinden borç alarak yabancı ülkelerde satılan tahvillerin faizlerini ödemeye çalıştı.Alınan borç faiz ödemelerini karşılayamadı. 6 Ekim 1875 tarihinde Tenzil-i Faiz Kararı alınarak İngiliz ve Fransız yatırımcılara ödenecek 14 milyon liralık toplam faiz ödemelerinin yarı yarıya indirildiği açıklandı.57 Bu kararın alınması Osmanlı İmparatorluğunun İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya gelmesi için politika takip eden Rusya’nın İstanbul’daki büyükelçisi İgnatiyev tarafından Sadrazam Mahmut Paşa’ya telkin edilmişti. İgnatiyev için tenzil-i faiz kararının alınması bir süredir takip edilen planlı bir projenin hayata geçirilmesinden ibaretti. Beklenen etki ortaya çıkmış ve 23 Ekim 1875 tarihinde Londra’da büyük bir gösteri düzenlenmişti. Londra ve Paris borsalarından başlamak üzere Türklere yönelik saldırılar gittikçe artmaya başladı.58 Haziran 1875’de Bosna-Hersek’in Nevesin ilçesinde küçük çaplı bir ayaklanma başlamıştı. Tam da Avrupalı yatırımcıların ayağa kalktığı bir anda bu ayaklanma Avusturya’nın devreye girmesiyle uluslararası bir sorun haline getirildi. Osmanlı hükümetinden reform adı altında Bosna-Hersek’e özerklik sağlayacak bazı yatırımlar gündeme getirildi. 30 Aralık 1875 tarihinde Avusturya Dışişleri Bakanı Kont Gyula Andrassy’nin adıyla anılan Andrassy Notası Osmanlı hükümetine verildi. Sultan Abdülaziz 13 Şubat 1876 tarihinde notaya verdiği cevapta istenilen ıslahatları yapacağını vaat etti. Bu teminata rağmen bölgedeki isyanlar durmak bir yana Karadağ ve Sırbistan’a da sıçrayarak genişlemeye devam etti. Uzun süredir ayaklanma hazırlıkları yapan Bulgarlar Rus Panslavistlerinden aldıkları destekle 2 Mayıs 1876 tarihinde ayaklandılar. Bulgar ayaklanmasının hazırlığı Rus Dışişleri Bakanı Gorçakov ve İstanbul’daki büyükelçi İgnatiyev tarafından yapılmıştı. Uzaktaki destekçi ise İngiltere’deki Liberal Parti lideri William Ewart Gladstone idi. Osmanlı hükümeti Bulgar ayaklanmasına müdahale ettiğinde Avrupa ülkelerinden Türklerin Bulgarları katlettiğine dair eleştiriler gelmeye başladı. Yapılan kara propagandanın merkezi İngiltere idi. Propagandanın bir ucunda Liberal Parti diğer ucunda ise Evanjelik Birliği bulunuyordu. İngiliz Evanjelikleri Dünya Evanjelik Birliği’nden de faydalanarak Türkleri barbar, kan dökücü medeniyet düşmanları olarak tanımlamaya başlamıştı. Ortadoğu’da İngiliz-Alman Güç Mücadelesi ve Büyük Savaş: Almanya’nın 1871 yılında milli birliğini sağlaması Avrupa güç dengesini tamamen değiştirdi. Otto Von Bismarck’ın “Realpolitik” olarak tanımlanan denge siyaseti Fransa’nın yalnızlaştırılmasını hedefliyordu. II. Wilhelm’in tahta çıkmasıyla Almanya’nın dış politikası da belirgin olarak değişti. Wilhelm, dış politikada Rusya ile iyi ilişkiler içinde bulunmaktansa İngiltere ile uzlaşmayı ve “Weltpolitik” olarak tanımlanan politik anlayışla dünyaya açılmayı hedefliyordu. Kraliçe Victoria’nın torunu olmasına güvenen Wilhelm, İngiltere’den beklediği olumlu yaklaşımı göremedi. Tam tersine İngiltere, Almanya’yı bir tehdit olarak algılıyor, Fransa ve Rusya’ya yanaşıyordu. Almanya ise Osmanlı İmparatorluğu’nu dünyaya açılmanın bir aracı olarak kullanıyor ve Ortadoğu’ya yerleşmek istiyordu. İngiltere de Hindistan ve doğu sömürgelerinin güvence altına alınması için Ortadoğu’ya önem veriyor, Sultan II. Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz bu ilgisini İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi Henry Layard’ın verdiği bir layiha aracılığıyla ortaya koyuyordu. Layrad’ın layihasında Basra ve Kızıldeniz’e uzanan hatta İngiltere’nin demiryolu yapmak inşa etmek istediği belirtilerek projenin gerçekleştirilmesine İngiltere talip olmuştu. Ancak İngiliz dış politikasının Türk düşmanlığı üzerinde şekillenmeye başlaması üzerine Sultan Abdülhamid, ulaşım projelerinde Almanya’yı öncelikli hale getirmişti. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar yapılan yatırımların %49’u Almanlar, %39,6’sı Fransızlar ve ancak %11,4’ü İngilizler tarafından gerçekleştirilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Alman nüfuzu İngiltere’yi rahatsız ediyordu. Özellikle 1899 yılında II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmesinden hemen sonra Bağdat demiryolunun yapımına dair imtiyazın Almanya’ya verilmesi İngiltere’nin teyakkuza geçmesine neden oldu. Çünkü Sultan’ın bu kararı Almanya’ya Basra Körfezi’nin kapılarını açıyordu. İngiltere, karardan hemen sonra yayınladığı bildiriyle Basra Körfezi’ndeki statünün devam etmesi gerektiğini söyleyerek herhangi bir devletin Körfezi işgal etmesi veya hakimiyet kurması durumunu asla kabul etmeyeceğini ilan ediyordu. Aslında bildiri Almanya’ya yönelik bir göz dağı idi. Bağdat demiryolundan sonra Hicaz demiryolu hattının yapımı için de adımlar atılması İngiltere tarafından tehdit olarak algılandı. Hicaz demiryolu hem Hindistan, Mısır ve Sudan Müslümanlarını İngiltere aleyhine sevk edebilecek bir süreci hazırlayabilir hem de İslam Birliği projesi siyasi açıdan Almanlar tarafından kullanılabilirdi. Demiryolu yapımına Hindistan Müslümanlarının 40.000 liralık yardım göndermeleri İngiltere’nin endişelerindeki haklılığı ortaya koyuyordu. Diğer taraftan İslam birliği siyasi açıdan Almanlar tarafından da kullanılabilecek bir koz durumuna gelmişti. Hindistan veya Mısır’da İngiltere karşıtı hareketlerin ortaya çıkması ve bu hareketlerin özellikle Almanlar tarafından kışkırtılması İngiltere’nin en büyük korkularından biri olmuştu. Almanya, İngiltere’nin korktuğu politikayı uygulamakta geç kalmamış, Bağdat ve Hicaz demiryolları projelerini kullanarak İslam birliği söylemini propaganda aracı haline getirmişti. Bu doğrultuda Arapları İngilizlere karşı kışkırtma çalışmalarını Alman arkeologlar üstlenmişlerdi. Alman Gizli Servisi için çalışan arkeologlardan Max Freiherr von Oppenheim 1896-1910 yılları arasında Kahire’yi merkez haline getirerek Araplar arasında faaliyette bulunmuştu. Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin uygulama aşamasına geçmesi İngiltere’nin kontrol etmek istediği ama bir türlü önüne geçemediği gelişmeler olmuştu. Bu süreçte yaşanan başka bir sorun demiryollarını İngiltere için daha önemli hale getiriyordu. İngiltere için Basra Körfezi’ni kontrol etmek çok önemliydi.83 Henüz 1853 yılı gibi erken bir dönemde Körfez’deki ticari güvencesini garanti altına almak için Umman kıyı şeridinde bulunan  şeyhlerle bir anlaşma yapmıştı. Daha kuzeyde yer alan Bahreyn şeyhi ile de 1892 yılında yapılan anlaşmayla adanın yönetimi İngiltere’nin nüfuzuna girmişti. Körfez’in kontrolünü sağlamak için Kuveyt ile Anadolu’dan Körfez’e kadar uzanan Fırat Nehri stratejik öneme sahip iki farklı alandı. Fırat Nehri’nin kontrolünü ve güvenliğini Lynch Şirketi’nin 1841 yılında taşımacılık yapma hakkını almasıyla biraz da olsa kendi hâkimiyet alanında tutmaya çalıştı. Fırat’ın dışında Kuveyt’in bir şekilde nüfuz alanı içinde tutulması gerekiyordu. Bunun için İngilizler 1776 yılından itibaren British East India Company aracılığıyla Kuveyt’e giriş yapmışlardı. Almanya ise Sultan II. Abdülhamid’i Kuveyt’teki İngiliz hakimiyetine karşı harekete geçme konusunda cesaretlendirirken Basra Körfezi’ne kadar etki alanını genişletmek istiyor, bunun için de Osmanlı İmparatorluğu’nu araç olarak kullanmaya çalışıyordu. 1892 yılında Kuveyt Emiri II. Abdullah’ın ölümü üzerine ortaya çıkan taht mücadelesinde İngiltere Abdullah’ın oğlu Mübarek Es-Sabah’ı destekledi. Mübarek’in emirliği 1897 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından da onaylanınca İngiltere Kuveyt’i kontrol edebilecek duruma geldi. Almanya’nın tehditkâr politikalarına 1898 yılı sonunda Rusya da katıldı. Kont Kapnist, Bağdat’tan Kuveyt’e uzanacak bir demiryolu projesini Sultan’a sunduğunda İngiltere projenin hayata geçmesini önlemek için 23 Ocak 1899 tarihinde Mübarek es-Sabah ile anlaşma yaparak, Kuveyt’i İngiltere’nin koruyuculuğu altına aldı. Bu dolaylı işgal daha sonra Sultan tarafından da onaylanınca Kuveyt, İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki karakolu haline geldi. İngilizler bu karakolu kendilerine bağlı tutmak için para desteği sağlamaktan kaçınmadılar. Hindistan Genel Valisi Charles Hardinge’in ifadesiyle, Almanların bölgeye yerleşmesini engellemek için Kuveyt’e her yıl 4.000 İngiliz altını para ödeniyordu. 1900’lü yılların başında yaşanan krizler İngiltere ile Almanya’nın Akdeniz’de hâkimiyet kurma yarışına girmelerine yol açmıştı. İngiltere’nin önemli gücü denizlerdeki tartışmasız üstünlüğüydü ve yüzyılı aşkın bir süredir girdiği her savaştan galibiyetle çıkıyordu. 1905’te yaşanan birinci Fas ve 1911’de yaşanan ikinci Fas krizlerinde Almanya; Fransa ve müttefiki İngiltere’yle karşı karşıya gelmişti. 1911 yılında Fez’de başlayan ayaklanmayı bastırmak için Fas’a asker gönderen Fransa’yı ve arkasındaki güç İngiltere’yi tehdit etmek için II. Wilhelm panter adlı zırhlı gemisini Agadir limanına göndererek limanı kontrol altına almıştı. Agadir’in Alman üssü haline gelmesi, İngiltere’ye bağlı Cebel-i Tarık’ı tehdit edeceğinden İngiltere, her ne sonuç ortaya çıkarsa çıksın Fransa’yı destekleyeceğini açıklamıştı. Bu hamle uluslararası alanda yalnız kalan Almanya’ya geri adım attırmış, sorun çatışmaya meydana verilmeden çözülmüştü. Geçici bir anlaşma yapılmış olsa da İngiltere artık Almanya’nın Akdeniz’dekivarlığından ve gücünden endişe duymaya başlamıştı. Petrol konusundaki İngiliz-Alman çatışması ilk kez Romanya’da yaşanmıştı. 1871 yılında milli birliğini sağlayan Almanya, teknoloji alanında yaptığı atılımlarla İngiltere, Fransa ve Rusya’ya meydan okuyor, sömürge ve petrol savaşına katılıyordu. Petrolü elde etmeye yönelik mücadeleler farklı coğrafyalarda devam ediyordu. Deutsche Bank’ın finanse ettiği Alman petrol şirketleri Romanya’da İngiltere ile karşı karşıya gelmiş ve bu savaşı kazanmıştı. İkinci önemli mücadele alanı olan Irak petrolleri de Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki yakın ilişkiler nedeniyle İngiltere’nin nüfuz alanından gittikçe uzaklaşıyordu. Diğer bir petrol mücadelesi İran üzerinde yaşandı. 1905 yılında “İmtiyazlar Sendikası” adıyla kurulan birlik aracılığıyla İran petrolünü arama ve çıkarma imtiyazını İngiltere elde etti.Petrol mücadelesinin diğer bir ayağını Kızıldeniz’e açılan Akabe limanının İngiltere tarafından 1906 yılında işgali oldu. İşgal gerekçesi ise Akabe’nin İngiltere işgalindeki Mısır’a ait olduğu idi. İşgal ile birlikte İngiltere Almanya’yı Kızıldeniz’in kuzey hattından uzaklaştırmış oluyordu. Ortaya çıkan Akabe krizi, oluşturulan bir komisyonun çalışmalarıyla çözülmeye çalışıldı. Akabe limanının güneyinde bulunan Taba’daki Türk askerleri bölgeyi boşalttılar. Akabe kalesi ve limanı Osmanlı İmparatorluğu’nda kaldı ama Mısır’a ait olan Akabe-Ariş hattı daha kuzeyde bulunan Akabe-Refah çizgisine kaydırıldı. 1906 yılında meydana gelen bu krizde İngiltere toprak elde etmişti. Fakat işgal ettiği Akabe limanını tekrar Türklere bıraktığı için de geri adım atmış oluyordu. Ortadoğu’daki petrol mücadelesinin en önemli dönüm noktasını İngiltere ve Rusya’nın Petersburg’da imzaladıkları 1907 İngiliz-Rus Anlaşmasıyla İran’ı nüfuz bölgelerine ayırarak işgal etmeleriydi.19. Yüzyılın düşman iki ülkesi Rusya ve İngiltere, Almanya-Osmanlı İmparatorluğu karşısında müttefik ülke durumuna geliyordu. 28 Haziran 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand ile eşi Sophie’nin Kara El adlı Sırp gizli örgütü tarafından öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlemişti. 1 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ve Rusya’nın birbirlerine savaş ilanı ile Dünya Savaşı fiili olarak başlamıştı. Bir gün sonra 2 Ağustos’ta Alman-Osmanlı gizli anlaşması imzalandı. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra yönetimi kontrol altına alan İttihat ve Terakki Fırkası İngiltere ile yakınlık kurmaya çalışmıştı. Almanlar lehine verilen imtiyazları azaltarak, Anadolu’da demiryolu yapma, limanlarda rıhtım inşa etme, Fırat ve Dicle’nin birleşerek Basra Körfezi’ne döküldüğü Şattülarap’a kadar olan kısımda taşımacılık yapma imtiyazını İngiltere’ye vermişlerdi. Hatta 1914 yılı ocak ayında Maliye Nazırı Cavid Bey, Hakkı Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa’dan oluşan bir heyet Londra’ya giderek Osmanlı yönetiminin İtilaf Devletleri blokuna alınması için istekte bulunmuşlardı. İttihatçıların çabalarına rağmen İngiltere ile siyasi bir bağ kurulamamıştı. Sonuç: Dostluk ilişkileriyle başlayan Türk-İngiliz ilişkileri değişen güç dengeleri ve çıkar ilişkilerinin ortaya çıkardığı yeni şartlar nedeniyle 1875 yılından itibaren çatışma ortamına girdi. Liberal Parti başkanı William Ewart Galdstone’un “Türkleri geldikleri yere, Orta Asya’ya göndereceğiz” sloganı Birinci Dünya Savaşı’na kadar liberal İngiliz siyasetinin temel ilkesi haline geldi. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dahi İngiltere’nin Türkiye politikası Anadolu’nun Yunan hakimiyetine bırakılması oldu. Liberal Başbakan Lloyd George, Yunanları destekleyerek bu hedefi gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak General Mustafa Kemal Paşa’nın kazandığı büyük 30 Ağustos zaferiyle Türklerin dar bir alana sıkıştırılması rüyası son buldu. Osmanlı dönemi Türk İngiliz ilişkilerinde çatışma politikalarını destekleyenler ağırlıklı olarak liberaller oldular. Muhafazakâr politikacılar ise daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nu destekleme taraftarı odular. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Lloyd George hükümetinin düşmesiyle birlikte liberallerin uyguladığı politikaların olumsuz etkileri görüldüğü için yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile uzlaşma yolu tercih edildi. Bu tercih nedeniyle de İkinci Dünya Savaşı’na giderken İngiltere’nin kendi tarafına çekmek istediği önemli ülkelerden biri Türkiye oldu. Osmanlı döneminde dostluktan çatışmaya dönen ilişkilerTürkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra çatışmadan tekrar dostluğa dönerek, iyi ilişkiler günümüze kadar devam etmiştir. Kaynakça Aktepe, Münir; “Osmanlı İmparatorluğunun Islahı Hakkında İngiltere Elçisi Layard’ın II. Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı:22 (Temmuz 1969) Anderson, Matthew Smith; Doğu Sorunu, Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme, (1774- 1923), İstanbul 2001. Arı, Bülent; Akdeniz'de İki Süper Gücün Hakimiyet Mücadelesi, Kadim Yayınları, Ankara 2019. Armaoğlu, Fahir; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1997. Badem, Candan; The Ottomans and the Crimean War (1853-1856), Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya 2007. Bağış, Ali İhsan; “III. George Dönemindeki İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ekonomi Siyaseti 1760-1815”, Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984 (400. Yıldönümü), Ankara 1985. Bardakçı, Murat; Yıkılış ve Kuruluş: Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Belgeleri, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018. Black, Edwin; Banking on Bagdad, New Jersey 2004. Bostan, İdris; “Karadeniz’in Dış Ticarete Kapalı Olduğu Dönemde Trabzon Limanı”, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999. British Documents on Foreign Affairs: Reports and Papers from the Foreign Office Confidential Print, The Near and Middle East 1854-1914, Part 1, Volume: 3, (General Editors: Kenneth Bourne and D. Cameron Watts) University Publication of America, 1984. Can, Deniz; Tanzimat Dönemi Osmanlı-İngiliz İlişkileri (1833-1878), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1998. Casey, Michael S.; The History of Kuwait, Greenwood Press, London 2007. Cecil, Lady Gwendolen Life of Robert Marquis of Salisbury, II, London 1921. Cezar, Mustafa; Mufassal Osmanlı Tarihi, III. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2011. Clay, Christopher; Gold for Sultan, Western Bankers and Ottoman Finance 1854-1881, London 2000. Dawson, Jane E. A.; The Politics of Religion in The Age of Mary, Queen of Scots, Cambridge University Press, Cambridge 2004. Dereli, Hamit; Kraliçe Elizabeth Döneminde Türkler ve İngilizler, İstanbul 1951. Docherty, Gerry; Macgregor, Jim; The Secret Origins of First World War, London 2013.
Ekleme Tarihi: 25 Eylül 2023 - Pazartesi

Osmanlı - İngiliz İlişkileri

Tarih derslerinde ve resmi tarihte hep dünyada Türklere en büyük üç düşman olarak gösterilen Çin, İngiltere ve Rus ilişkilerini incelediğimizde aslında toptancı, hele'ki Osmanlı tarihini iyi irdelediğimizde bize anlatıldığı gibi düşmanlıklar üzerine yazılan tarihin içerdeki yönetimleri aklamak adına yapılan uydurmalar olduğunu görürüz.

Niyahetin'de Osmanlı devleti kendisi'de 1400-1700 yılları arasında Akdeniz havzası, Balkanlar, Kırım, Kafkaslar, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Arap coğrafyasında büyük bir emperyal güçtü. Genelde tarihin objektifliğinden, tarih etiğinden, tarih felsefesinden uzak ezberci bir tarih dayatmasıyla yetişen toplum olunca Türklerin ve Müslümanların aldıkları toprakları fetih, ama başkalarının aldığı toprakları işgal olarak beynimize kazıdıkları için hiç bir zaman Osmanlı tarihini doğru okuyamadık..

Avrupa'da sanayi devrimi, Rönasans, yeni emperyal keşifler, feodalizmin yıkılması, Kilisenin toplumsal yaşamdan elinin zayıflatılması, üniversitelerin kurulması hızlı bir değişim ve dönüşümü sağlamış, sanayi toplumunda arz talep ekseninde yeni hammadde ihtiyaçlarını doğurmuş, hammadde fakiri olan Avrupanın gözünü emperyal çıkarları için Ortadoğu'dan Uzakdoğu'ya, Amerika'dan Afrika'ya çevirmiştir.

Akdeniz havzasından Balkanlara, İran sınırından Cezayir'e kadar büyük bir coğrafya'ya hükmetmiş Osmanlı devleti Dünyadaki ve Batıdaki değişimleri doğru okuyamamış, devlette büyük güç sahibi olan şeyh-islam merkezli Sunni İslam merkezli ulema takımı her şeye  din merkezli bakıp, gelişimlere Osmanlıyı tamamen kapatmışlardır. Bunun nedenlerinin başında Osmanlıdaki din ulemasının rant ve çıkarları medreselerden ticarete, vakıflardan orduya kadar büyük bir yelpazeyi kapsamaktaydı.

Osmanlının 15 milyon km kare topraklarının gelirlerinden kaynaklı bolluk devlet yönetimlerinden rehavet, gelirlerin paylaşımlarındaki adaletsizlikler zamanla devlet kademelerinden ve eğitimde çürümeleri beraberinde getirmiştir.  Bu çürümelerden kaynaklı Osmanlı gelirlerine çöreklenen Ulema ve devşirme vezirler işlerine geldiği gibi padişahları alaşağı etmişler ve bazen'de din adına fetvalarla Osmanlı padişahlarından boğdurup katletmişlerdir.

Osmanlının bazı tarihçilere göre 1699 yılından sonra 1923 yılına kadar geçen sürede 200 yıllık süreçte onlarca savaş kaybetmesine rağmen yıkılmamasının gerekçeleri olarak farklı nedenler sunmuş olsalar'da  en önemli faktörlerin başında  batılı ülkelerin Osmanlı toprakları üzerindeki hesaplarının çıkarlar ekseninde uyuşmaması yatmaktadır. Fransızların çıkar eksenli Osmanlı plan İngilizler, Ruslar tarafından karşı çıkılmış, yada Ruslar tarafından uygulama'ya konulmak istenen bir planın İngilizler ve Fransızlar karşı çıkarak Osmanlıya finansal ve askeri destekler sunmak zorunda kalmış ve Osmanlının hızlı yıkılmasının önünü kesmiştir...

Rus Çarlığı, Değişen Tehdit Algısı ve Türk-İngiliz İlişkileri:

1699 yılında Kutsal İttifak ile imzalanan Karlofça Anlaşması ve bir yıl sonra Rusya ile imzalanan İstanbul Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun o tarihe kadar yaşadığı en büyük yenilgi ve toprak kaybının tescili durumundaydı. Osmanlı İmparatorluğu gücünü kaybederken bölgede yükselen yeni güç Rus Çarlığı oluyordu. İngiltere’nin Rusya ile olan ilişkileri ilk başlarda dostane gelişmişti. 1553 yılında İngiltere ve Rusya arasında bir ticaret anlaşması imzalanmış, İngiltere’nin Rusya’daki ticari faaliyetlerini

yürütmek üzere “The Moscovy Company” adıyla bir şirket kurulmuştu. Rusya ile gelişen bu iyi ilişkiler 18. Yüzyılın ikinci yarısına kadar sorunsuz denecek şekilde devam etmişti. Ancak

Rus Çarlığının I. Petro’dan itibaren sıcak denizlere inme hedefini gerçekleştirmeye çalışması İngiltere’yi rahatsız etmişti. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere açısından en önemli tehlike Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası olduğu için Rusya’nın ticari imtiyaz alanlarından uzak tutulması İngiltere’nin temel politikası haline gelmişti. Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması İngilizlerin rahatsızlığını son derece artırmıştı. Bu anlaşmanın on birinci maddesiyle Rusya; Karadeniz, Tuna ve Akdeniz’de kendi gemileriyle ticaret yapabilme hakkını elde etmişti. Yine 1783 yılında seksen bir maddelik bir anlaşma yapılarak Rusya’nın bölgedeki ticaret haklarının alanı genişletilmişti.

Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz üzerinde ticaret hacmini artıran bir politika takip etmesi İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1787 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Özi Kalesi’nin Rusların eline geçmesiyle İngiltere’deki Rus karşıtı politikalar daha net bir hale geldi. Başbakan William Pitt, 1791 yılında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Rusya’nın Karadeniz üzerinde takip ettiği siyasetin İngiliz ticari çıkarlarını zedelediğini ve bunun önüne

geçilmesi gerektiğini söylüyordu.  William Pitt’in bölgedeki ticari çıkarlarını artırma düşüncesine tehdit olarak gelişen Rus ticaretinin temel amacı, Kafkaslardaki ticaret yolunu cazip hale getirerek İran’daki İngiliz etkisini kırmaya yönelikti. William Pitt, Osmanlı

İmparatorluğu’nun korunması politikasını aktif hale getirirken aynı zamanda bölgedeki İngiliz ticari çıkarlarının da korunmasını sağlamış oluyordu ki, bu politika iniş çıkışlarıyla 1875 yılına kadar devam etti. İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki bu yakınlaşma neticesinde ve özellikle Reisülküttab Mehmet Raşit Efendi’nin de etkisiyle ilk Osmanlı daimî elçisi Yusuf Agah Efendi 1793 yılında Londra’ya gönderildi.

İngiltere’nin 1829 Yunan bağımsızlığına destek vermesi ve 1836 yılında cereyan eden William Churchill olayı, 19. yüzyılda Osmanlı-İngiliz siyasal ilişkilerinde sıkıntılı dönemler olarak ortaya çıktı.

32 1836 yılında cereyan eden diplomatik kriz nedeniyle gerginleşen

ilişkileri yumuşatmak çabasında olan Osmanlı İmparatorluğu, 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngiltere’ye daha fazla imtiyaz vermek zorunda kaldı. Verilen imtiyazlarla iki ülke arasındaki ilişkiler normale dönmeye başladı. Bir yıl sonra Tanzimat Fermanı’nın ilan

edilmesi iki ülkeyi daha da yakınlaştırdı. İngiliz elçisi Stratford Canning, Ferman’ın İngiltere tarafından memnuniyetle karşılandığını ifade ederken, iki ülke arasındaki gelişen iyi ilişkileri de belirtiyordu.

Rusya’ya Karşı Büyük Dayanışma: Kırım Savaşı:

Kırım Savaşı, görünürde Kudüs’te bulunan ve Hristiyanlık için önemli olan kutsal yerler sorununun ortaya çıkardığı bir savaştır. Ancak perde arkasında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın güç mücadelesi ve Rusya’yı Karadeniz’in kuzeyinde tutma çabası yatmaktadır. İngiltere 1852 yılından itibaren Rus Çarı I. Nikola’nın Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmaya yönelik teklifleriyle karşılaştı. Rusya, İngiltere’yi kendi yanında tutabilmek için Fransa’nın Belçika’ya

yönelik tehditkâr tavırları üzerine İngiltere’ye asker desteği sözü vermişti.1852 yılında İngiltere’de meydana gelen hükümet değişikliğinden sonra Dışişleri Bakanlığına Rus sempatisi olan Lord John Russell ve Maliye Bakanlığına William Ewart Gladstone’un

atanması Çar’ı cesaretlendirmişti. Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması konusunda harekete geçen Çar Nikola I, 9 Ocak 1853’te Petersburg’da verilen bir baloya davet edilen İngiliz elçisi Sir Hamilton Seymour’a; “Türkiye’nin işleri bozuk bir haldedir. Uyuşmamız lazım. Kucağımızda hasta ve pek ağır hasta bir adam var. Biz hazırlıklı bulunmadan onu elimizden kaçırırsak büyük bir musibet yaşanmış olur” diyerek paylaşıma hazır olduğunu

bildirmişti. Hamilton bu isteğe olumlu bir cevap vermemekle birlikte yaptıkları görüşmeyi Dışişleri Bakanı John Russell’e bildirerek Çar’ın istekleri konusunda görüş sormuştu. Russell, verdiği cevapta Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmayı gerektirecek herhangi bir kriz

olmadığını bildirerek, Çar’ın isteklerinin çok yersiz olduğunu bildirmişti.

Çar Nikola I, İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama projesini kabul etmemesi üzerine Prens Sergeyeviç Menchikov’u olağanüstü elçi sıfatıyla İstanbul’a gönderdi. Menchikov 28 Şubat 1853’te büyük bir debdebe ile İstanbul’a geldi. Bir dizi protokol hataları ve diplomasi krizinden sonra Menchikov Osmanlı İmparatorluğu’na yedi maddeden oluşan bir nota verdi. Amaç Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks Hristiyanların hamiliğini

üstlenmek, Kudüs’teki kutsal yerlerin sorumluluğunun Rusya’ya verilmesini sağlamaktı. Menchikov’un bir nota daha vermesi üzerine İngiltere’ye başvuran Sultan Abdülmecit, 9 Mayıs 1853 tarihinde İngiliz elçisi Stratford de Redcliffe’i huzuruna çağırarak, savaş

durumunda İngiltere’nin nasıl bir tavır alacağını sordu. Elçi, İngiliz filosunun gerektiği zaman Osmanlı İmparatorluğunu korumaya hazır olduğu yolunda güvence verdi. Diğer taraftan Viyana sefiri Mehmet Arif, Avusturya’nın kendilerini destekleyeceğini Rusya’nın isteklerinin Viyana’da da tamamen haksız olarak görüldüğünü bildirdi. Özellikle İngiltere ve Avusturya’dan alınan desteklerden sonra hükümet oluşturduğu bir kurul aracılığı ile isteklerin

reddedilmesine karar verdi.Diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra General Gorchakov komutasındaki Rus ordusu 2 Temmuz 1853 tarihinde Prut nehrini aşarak Boğdan’ı işgal etti.

Osmanlı İmparatorluğu bu işgale karşı ancak 4 Ekim’de savaş kararı verebildi ve karar 26 Ekim’de Takvim-i Vekayi’de yayımlandı.

Savaşın başlamasından sonra Sinop’ta Osmanlı donanmasının yakılarak yok edilmesi İngiltere kamuoyunda büyük yankı buldu.46 İngiliz gazetelerinde yer alan haberler üzerine Rus düşmanlığı patlama noktasına geldi.Özellikle batan gemilerden kurtulan ve su üzerinde kalmaya çalışan askerlerin üzerlerine yağlı paçavralar atılarak yakılmaları İngiliz ve Fransız basınında geniş yer tuttu ve Rus barbarlığı olarak değerlendirildi. İngiliz gazeteleri intikam

istediklerine dair başlıklar attılar.

Dostluktan Çatışmaya: İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğunu Koruma Politikasını

Terk Etmesi:

İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile çatışma içine girmesinin belirleyici etkeni Liberal Parti lideri William Ewart Gladstone’un takip ettiği politikalar oldu. Evanjelik Hristiyan inanışa sahip Gladstone, çok katı bir dini inanışa sahipti. Bu nedenle de kendisini Haçlı

Savaşçısı olarak tanımlıyordu. En belirgin özelliği Türklerden nefret etmesiydi. Bu nedenle İngiltere’nin Türk taraftarı politika takip etmesine karşı çıkıyor, Rusya Çarlığı ile ittifak yapılması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun iki ateş arasında bırakılması düşüncesini

savunuyordu. 1859 yılında kurulan Liberal Parti’nin başkanlığını yapan ve 1862-1868 yılları arasında da Başbakanlık görevini yürüten Gladstone 1868 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğramıştı.

Aldığı bu yenilgiyle siyasetten tamamen ayrıldığını ilan etmiş, ancak kısa süre sonra İngiltere’nin takip ettiği politikaları çeşitli toplantılarda eleştirmeye başlamıştı. O aslında kendisine ihtiyaç duyulmasını, siyasete tekrar davet edilmesini bekliyordu. Kenarda kalmış, kendini fark ettirmek, tekrar siyasete girmek isteyen Gladstone’a aradığı fırsatı Osmanlı hükümetinin 1875 yılında aldığı tenzil-i faiz kararı verdi. Osmanlı İmparatorluğu 1854-1874 yılları arasında aldığı 15 adet dış borçla 127 milyon lira temin etmiş, bunun karşılığında da faizlerle birlikte 239 milyon lira borçlanmıştı. Faiz ödemeleri ince bir denge üzerinde gidiyordu. Küçük bir aksiliğin ortaya çıkması bu dengeyi bozabilirdi. Nitekim 1873-1874 yıllarında iki yıl üst üste Orta Anadolu’da aşırı kar yağışı

çiftçinin elindeki hububatın tükenmesine neden oldu. Ankara başta olmak üzere birçok Anadolu şehrinde kıtlık yaşanmaya başlandı.55 Hükümet 20 Ağustos 1874 tarihinde devletin tüm gelirlerini teminat göstererek Osmanlı Bankası’ndan 1 milyar frank borç temin etti. Bu

borçlanmadan elde edilen parayla dalgalı borçların ödenmesinin yapılacağı ve çeşitli borçlara ait gecikmiş faizlerin derhal ödeneceği ilan edildi. Bu ilanların etkisiyle Londra’da Türk tahvilleri yoğun bir talep gördü ve yalnızca bu şehirde satışa sunulan tahvillerin üç misli kadar talep toplandı. Hükümet tahvil satışıyla gelir elde ederken diğer taraftan da borçlanma oranını artırdı. Tahvil faizleri bir yıl sonra ödenecekti. Ancak kasada para olmayınca hükümet bu

sefer de Galata Bankerlerinden borç alarak yabancı ülkelerde satılan tahvillerin faizlerini ödemeye çalıştı.Alınan borç faiz ödemelerini karşılayamadı. 6 Ekim 1875 tarihinde Tenzil-i Faiz Kararı alınarak İngiliz ve Fransız yatırımcılara ödenecek 14 milyon liralık toplam faiz

ödemelerinin yarı yarıya indirildiği açıklandı.57 Bu kararın alınması Osmanlı İmparatorluğunun İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya gelmesi için politika takip eden Rusya’nın İstanbul’daki büyükelçisi İgnatiyev tarafından Sadrazam Mahmut Paşa’ya telkin

edilmişti. İgnatiyev için tenzil-i faiz kararının alınması bir süredir takip edilen planlı bir projenin hayata geçirilmesinden ibaretti. Beklenen etki ortaya çıkmış ve 23 Ekim 1875 tarihinde Londra’da büyük bir gösteri düzenlenmişti. Londra ve Paris borsalarından başlamak üzere Türklere yönelik saldırılar gittikçe artmaya başladı.58 Haziran 1875’de Bosna-Hersek’in Nevesin ilçesinde küçük çaplı bir ayaklanma başlamıştı. Tam da Avrupalı yatırımcıların ayağa

kalktığı bir anda bu ayaklanma Avusturya’nın devreye girmesiyle uluslararası bir sorun haline getirildi. Osmanlı hükümetinden reform adı altında Bosna-Hersek’e özerklik sağlayacak bazı yatırımlar gündeme getirildi. 30 Aralık 1875 tarihinde Avusturya Dışişleri Bakanı Kont Gyula Andrassy’nin adıyla anılan Andrassy Notası Osmanlı hükümetine verildi. Sultan Abdülaziz 13 Şubat 1876 tarihinde notaya verdiği cevapta istenilen ıslahatları yapacağını vaat etti. Bu teminata rağmen bölgedeki isyanlar durmak bir yana Karadağ ve Sırbistan’a da sıçrayarak genişlemeye devam etti. Uzun süredir ayaklanma hazırlıkları yapan Bulgarlar Rus Panslavistlerinden aldıkları destekle 2 Mayıs 1876 tarihinde ayaklandılar. Bulgar

ayaklanmasının hazırlığı Rus Dışişleri Bakanı Gorçakov ve İstanbul’daki büyükelçi İgnatiyev tarafından yapılmıştı. Uzaktaki destekçi ise İngiltere’deki Liberal Parti lideri William Ewart

Gladstone idi. Osmanlı hükümeti Bulgar ayaklanmasına müdahale ettiğinde Avrupa ülkelerinden Türklerin Bulgarları katlettiğine dair eleştiriler gelmeye başladı. Yapılan kara propagandanın merkezi İngiltere idi. Propagandanın bir ucunda Liberal Parti diğer ucunda ise Evanjelik Birliği bulunuyordu. İngiliz Evanjelikleri Dünya Evanjelik Birliği’nden de faydalanarak Türkleri barbar, kan dökücü medeniyet düşmanları olarak tanımlamaya başlamıştı.

Ortadoğu’da İngiliz-Alman Güç Mücadelesi ve Büyük Savaş:

Almanya’nın 1871 yılında milli birliğini sağlaması Avrupa güç dengesini tamamen değiştirdi. Otto Von Bismarck’ın “Realpolitik” olarak tanımlanan denge siyaseti Fransa’nın yalnızlaştırılmasını hedefliyordu. II. Wilhelm’in tahta çıkmasıyla Almanya’nın dış politikası da belirgin olarak değişti. Wilhelm, dış politikada Rusya ile iyi ilişkiler içinde bulunmaktansa İngiltere ile uzlaşmayı ve “Weltpolitik” olarak tanımlanan politik anlayışla dünyaya açılmayı

hedefliyordu. Kraliçe Victoria’nın torunu olmasına güvenen Wilhelm, İngiltere’den beklediği olumlu yaklaşımı göremedi. Tam tersine İngiltere, Almanya’yı bir tehdit olarak algılıyor, Fransa ve Rusya’ya yanaşıyordu. Almanya ise Osmanlı İmparatorluğu’nu dünyaya açılmanın bir aracı olarak kullanıyor ve Ortadoğu’ya yerleşmek istiyordu. İngiltere de Hindistan ve doğu sömürgelerinin güvence altına alınması için Ortadoğu’ya önem veriyor, Sultan II. Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz bu ilgisini İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi

Henry Layard’ın verdiği bir layiha aracılığıyla ortaya koyuyordu. Layrad’ın layihasında Basra ve Kızıldeniz’e uzanan hatta İngiltere’nin demiryolu yapmak inşa etmek istediği belirtilerek projenin gerçekleştirilmesine İngiltere talip olmuştu. Ancak İngiliz dış politikasının Türk düşmanlığı üzerinde şekillenmeye başlaması üzerine Sultan Abdülhamid, ulaşım projelerinde Almanya’yı öncelikli hale getirmişti. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar yapılan

yatırımların %49’u Almanlar, %39,6’sı Fransızlar ve ancak %11,4’ü İngilizler tarafından gerçekleştirilmişti.

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Alman nüfuzu İngiltere’yi rahatsız ediyordu. Özellikle 1899 yılında II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmesinden hemen sonra Bağdat

demiryolunun yapımına dair imtiyazın Almanya’ya verilmesi İngiltere’nin teyakkuza geçmesine neden oldu. Çünkü Sultan’ın bu kararı Almanya’ya Basra Körfezi’nin kapılarını açıyordu. İngiltere, karardan hemen sonra yayınladığı bildiriyle Basra Körfezi’ndeki statünün devam etmesi gerektiğini söyleyerek herhangi bir devletin Körfezi işgal etmesi veya hakimiyet kurması durumunu asla kabul etmeyeceğini ilan ediyordu. Aslında bildiri Almanya’ya yönelik bir göz dağı idi. Bağdat demiryolundan sonra Hicaz demiryolu hattının yapımı için de adımlar atılması İngiltere tarafından tehdit olarak algılandı. Hicaz demiryolu hem Hindistan, Mısır ve Sudan

Müslümanlarını İngiltere aleyhine sevk edebilecek bir süreci hazırlayabilir hem de İslam Birliği projesi siyasi açıdan Almanlar tarafından kullanılabilirdi. Demiryolu yapımına Hindistan Müslümanlarının 40.000 liralık yardım göndermeleri İngiltere’nin endişelerindeki haklılığı ortaya koyuyordu. Diğer taraftan İslam birliği siyasi açıdan Almanlar tarafından da kullanılabilecek bir koz durumuna gelmişti. Hindistan veya Mısır’da İngiltere karşıtı

hareketlerin ortaya çıkması ve bu hareketlerin özellikle Almanlar tarafından kışkırtılması İngiltere’nin en büyük korkularından biri olmuştu. Almanya, İngiltere’nin korktuğu politikayı uygulamakta geç kalmamış, Bağdat ve Hicaz demiryolları projelerini kullanarak İslam birliği söylemini propaganda aracı haline getirmişti. Bu doğrultuda Arapları İngilizlere karşı kışkırtma çalışmalarını Alman arkeologlar üstlenmişlerdi. Alman Gizli Servisi için çalışan arkeologlardan Max Freiherr von Oppenheim 1896-1910 yılları arasında Kahire’yi merkez

haline getirerek Araplar arasında faaliyette bulunmuştu.

Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin uygulama aşamasına geçmesi İngiltere’nin kontrol etmek istediği ama bir türlü önüne geçemediği gelişmeler olmuştu. Bu süreçte yaşanan başka

bir sorun demiryollarını İngiltere için daha önemli hale getiriyordu. İngiltere için Basra Körfezi’ni kontrol etmek çok önemliydi.83 Henüz 1853 yılı gibi erken bir dönemde Körfez’deki ticari güvencesini garanti altına almak için Umman kıyı şeridinde bulunan  şeyhlerle bir anlaşma yapmıştı. Daha kuzeyde yer alan Bahreyn şeyhi ile de 1892 yılında yapılan anlaşmayla adanın yönetimi İngiltere’nin nüfuzuna girmişti. Körfez’in kontrolünü sağlamak için Kuveyt ile Anadolu’dan Körfez’e kadar uzanan Fırat Nehri stratejik öneme

sahip iki farklı alandı. Fırat Nehri’nin kontrolünü ve güvenliğini Lynch Şirketi’nin 1841 yılında taşımacılık yapma hakkını almasıyla biraz da olsa kendi hâkimiyet alanında tutmaya çalıştı. Fırat’ın dışında Kuveyt’in bir şekilde nüfuz alanı içinde tutulması gerekiyordu. Bunun için İngilizler 1776 yılından itibaren British East India Company aracılığıyla Kuveyt’e giriş yapmışlardı. Almanya ise Sultan II. Abdülhamid’i Kuveyt’teki İngiliz hakimiyetine karşı

harekete geçme konusunda cesaretlendirirken Basra Körfezi’ne kadar etki alanını genişletmek istiyor, bunun için de Osmanlı İmparatorluğu’nu araç olarak kullanmaya çalışıyordu. 1892 yılında Kuveyt Emiri II. Abdullah’ın ölümü üzerine ortaya çıkan taht mücadelesinde İngiltere Abdullah’ın oğlu Mübarek Es-Sabah’ı destekledi. Mübarek’in emirliği 1897 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından da onaylanınca İngiltere Kuveyt’i kontrol edebilecek duruma geldi. Almanya’nın tehditkâr politikalarına 1898 yılı sonunda Rusya da katıldı. Kont Kapnist, Bağdat’tan Kuveyt’e uzanacak bir demiryolu projesini Sultan’a sunduğunda İngiltere projenin hayata geçmesini önlemek için 23 Ocak 1899 tarihinde Mübarek es-Sabah ile anlaşma yaparak, Kuveyt’i İngiltere’nin koruyuculuğu altına aldı. Bu dolaylı işgal daha sonra Sultan

tarafından da onaylanınca Kuveyt, İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki karakolu haline geldi. İngilizler bu karakolu kendilerine bağlı tutmak için para desteği sağlamaktan kaçınmadılar. Hindistan Genel Valisi Charles Hardinge’in ifadesiyle, Almanların bölgeye yerleşmesini

engellemek için Kuveyt’e her yıl 4.000 İngiliz altını para ödeniyordu.

1900’lü yılların başında yaşanan krizler İngiltere ile Almanya’nın Akdeniz’de hâkimiyet kurma yarışına girmelerine yol açmıştı. İngiltere’nin önemli gücü denizlerdeki tartışmasız

üstünlüğüydü ve yüzyılı aşkın bir süredir girdiği her savaştan galibiyetle çıkıyordu. 1905’te yaşanan birinci Fas ve 1911’de yaşanan ikinci Fas krizlerinde Almanya; Fransa ve müttefiki İngiltere’yle karşı karşıya gelmişti. 1911 yılında Fez’de başlayan ayaklanmayı bastırmak için Fas’a asker gönderen Fransa’yı ve arkasındaki güç İngiltere’yi tehdit etmek için II. Wilhelm panter adlı zırhlı gemisini Agadir limanına göndererek limanı kontrol altına almıştı. Agadir’in

Alman üssü haline gelmesi, İngiltere’ye bağlı Cebel-i Tarık’ı tehdit edeceğinden İngiltere, her ne sonuç ortaya çıkarsa çıksın Fransa’yı destekleyeceğini açıklamıştı. Bu hamle uluslararası alanda yalnız kalan Almanya’ya geri adım attırmış, sorun çatışmaya meydana verilmeden çözülmüştü. Geçici bir anlaşma yapılmış olsa da İngiltere artık Almanya’nın Akdeniz’dekivarlığından ve gücünden endişe duymaya başlamıştı.

Petrol konusundaki İngiliz-Alman çatışması ilk kez Romanya’da yaşanmıştı. 1871 yılında milli birliğini sağlayan Almanya, teknoloji alanında yaptığı atılımlarla İngiltere, Fransa ve Rusya’ya meydan okuyor, sömürge ve petrol savaşına katılıyordu. Petrolü elde etmeye

yönelik mücadeleler farklı coğrafyalarda devam ediyordu. Deutsche Bank’ın finanse ettiği Alman petrol şirketleri Romanya’da İngiltere ile karşı karşıya gelmiş ve bu savaşı kazanmıştı. İkinci önemli mücadele alanı olan Irak petrolleri de Almanya ve Osmanlı

İmparatorluğu arasındaki yakın ilişkiler nedeniyle İngiltere’nin nüfuz alanından gittikçe uzaklaşıyordu. Diğer bir petrol mücadelesi İran üzerinde yaşandı. 1905 yılında “İmtiyazlar Sendikası” adıyla kurulan birlik aracılığıyla İran petrolünü arama ve çıkarma imtiyazını

İngiltere elde etti.Petrol mücadelesinin diğer bir ayağını Kızıldeniz’e açılan Akabe limanının İngiltere tarafından 1906 yılında işgali oldu. İşgal gerekçesi ise Akabe’nin İngiltere işgalindeki Mısır’a ait olduğu idi. İşgal ile birlikte İngiltere Almanya’yı Kızıldeniz’in kuzey hattından

uzaklaştırmış oluyordu. Ortaya çıkan Akabe krizi, oluşturulan bir komisyonun çalışmalarıyla çözülmeye çalışıldı. Akabe limanının güneyinde bulunan Taba’daki Türk askerleri bölgeyi boşalttılar. Akabe kalesi ve limanı Osmanlı İmparatorluğu’nda kaldı ama Mısır’a ait olan Akabe-Ariş hattı daha kuzeyde bulunan Akabe-Refah çizgisine kaydırıldı. 1906 yılında meydana gelen bu krizde İngiltere toprak elde etmişti. Fakat işgal ettiği Akabe limanını tekrar Türklere bıraktığı için de geri adım atmış oluyordu.

Ortadoğu’daki petrol mücadelesinin en önemli dönüm noktasını İngiltere ve Rusya’nın Petersburg’da imzaladıkları 1907 İngiliz-Rus Anlaşmasıyla İran’ı nüfuz bölgelerine ayırarak işgal etmeleriydi.19. Yüzyılın düşman iki ülkesi Rusya ve İngiltere, Almanya-Osmanlı

İmparatorluğu karşısında müttefik ülke durumuna geliyordu.

28 Haziran 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand ile eşi Sophie’nin Kara El adlı Sırp gizli örgütü tarafından öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlemişti. 1 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ve Rusya’nın birbirlerine savaş ilanı ile Dünya Savaşı fiili olarak başlamıştı. Bir gün sonra 2 Ağustos’ta Alman-Osmanlı gizli anlaşması imzalandı. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra yönetimi kontrol altına alan İttihat ve Terakki Fırkası İngiltere ile yakınlık kurmaya çalışmıştı. Almanlar lehine verilen imtiyazları azaltarak, Anadolu’da demiryolu yapma, limanlarda rıhtım inşa etme, Fırat ve Dicle’nin birleşerek Basra Körfezi’ne döküldüğü Şattülarap’a kadar olan kısımda taşımacılık

yapma imtiyazını İngiltere’ye vermişlerdi. Hatta 1914 yılı ocak ayında Maliye Nazırı Cavid Bey, Hakkı Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa’dan oluşan bir heyet Londra’ya giderek Osmanlı yönetiminin İtilaf Devletleri blokuna alınması için istekte bulunmuşlardı. İttihatçıların çabalarına rağmen İngiltere ile siyasi bir bağ kurulamamıştı.

Sonuç:

Dostluk ilişkileriyle başlayan Türk-İngiliz ilişkileri değişen güç dengeleri ve çıkar ilişkilerinin ortaya çıkardığı yeni şartlar nedeniyle 1875 yılından itibaren çatışma ortamına girdi. Liberal Parti başkanı William Ewart Galdstone’un “Türkleri geldikleri yere, Orta Asya’ya

göndereceğiz” sloganı Birinci Dünya Savaşı’na kadar liberal İngiliz siyasetinin temel ilkesi haline geldi. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dahi İngiltere’nin Türkiye politikası Anadolu’nun Yunan hakimiyetine bırakılması oldu. Liberal Başbakan Lloyd George, Yunanları destekleyerek bu hedefi gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak General Mustafa Kemal Paşa’nın kazandığı büyük 30 Ağustos zaferiyle Türklerin dar bir alana sıkıştırılması rüyası son buldu.

Osmanlı dönemi Türk İngiliz ilişkilerinde çatışma politikalarını destekleyenler ağırlıklı olarak liberaller oldular. Muhafazakâr politikacılar ise daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nu destekleme taraftarı odular. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Lloyd George hükümetinin düşmesiyle birlikte liberallerin uyguladığı politikaların olumsuz etkileri görüldüğü için yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile uzlaşma yolu tercih edildi. Bu tercih nedeniyle de İkinci Dünya Savaşı’na giderken İngiltere’nin kendi tarafına çekmek istediği önemli ülkelerden biri Türkiye oldu. Osmanlı döneminde dostluktan çatışmaya dönen ilişkilerTürkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra çatışmadan tekrar dostluğa dönerek, iyi

ilişkiler günümüze kadar devam etmiştir.

Kaynakça

Aktepe, Münir; “Osmanlı İmparatorluğunun Islahı Hakkında İngiltere Elçisi Layard’ın II.

Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı:22 (Temmuz 1969)

Anderson, Matthew Smith; Doğu Sorunu, Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme, (1774-

1923), İstanbul 2001.

Arı, Bülent; Akdeniz'de İki Süper Gücün Hakimiyet Mücadelesi, Kadim Yayınları, Ankara

2019.

Armaoğlu, Fahir; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1997.

Badem, Candan; The Ottomans and the Crimean War (1853-1856), Sabancı Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya 2007.

Bağış, Ali İhsan; “III. George Dönemindeki İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki

Ekonomi Siyaseti 1760-1815”, Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984 (400. Yıldönümü), Ankara

1985.

Bardakçı, Murat; Yıkılış ve Kuruluş: Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş ve Türkiye

Cumhuriyeti’nin Kuruluş Belgeleri, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018.

Black, Edwin; Banking on Bagdad, New Jersey 2004.

Bostan, İdris; “Karadeniz’in Dış Ticarete Kapalı Olduğu Dönemde Trabzon Limanı”, Trabzon

Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 Kasım 1998), Trabzon 1999.

British Documents on Foreign Affairs: Reports and Papers from the Foreign Office

Confidential Print, The Near and Middle East 1854-1914, Part 1, Volume: 3, (General

Editors: Kenneth Bourne and D. Cameron Watts) University Publication of America, 1984.

Can, Deniz; Tanzimat Dönemi Osmanlı-İngiliz İlişkileri (1833-1878), Hacettepe Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1998.

Casey, Michael S.; The History of Kuwait, Greenwood Press, London 2007.

Cecil, Lady Gwendolen Life of Robert Marquis of Salisbury, II, London 1921.

Cezar, Mustafa; Mufassal Osmanlı Tarihi, III. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2011.

Clay, Christopher; Gold for Sultan, Western Bankers and Ottoman Finance 1854-1881,

London 2000.

Dawson, Jane E. A.; The Politics of Religion in The Age of Mary, Queen of Scots, Cambridge

University Press, Cambridge 2004.

Dereli, Hamit; Kraliçe Elizabeth Döneminde Türkler ve İngilizler, İstanbul 1951.

Docherty, Gerry; Macgregor, Jim; The Secret Origins of First World War, London 2013.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.