Son yıllarda Türkiye’de sosyal tarih ve mikro tarih çalışmalarının arttığını görüyoruz. Bu, bir yönüyle resmi tarih söyleminden kurtuluşumuzu müjdeleyen bir gelişme.
Bunun en güzel yanıta Türkiye'de inandığı dinin kitabını bile okuma gereği duymayan kitlelere egemen sistem hem kitleleri uyutma hem de kendi ideolojik formatında görsel iletişim araçları üzerinden filimler dizilerle insanları sinema ve televizyonlardan kopardı.
Ara dönemlerde yabancı kanalların Türkçe versiyonlarında hayvan belgeselleriyle başlayan, sonra tarih belgeselleriyle devam eden yayınları televizyondan kopan paparazzi, dizi, futbol sevmeyen kitleleri kendine çektikçe Tarih belgeselleri, tarih okumaları, özellikle sinir uçlarına dokunan tarihi olayları kitlelerine sununca hatırı sayılır izleyiciye ulaşınca tüm kanallarda tarih açık oturumları yapmaya başlayınca ülkede tarihe olan ilgi ve merakı artırdı.
Türkiye toplumunda belirli bir kesim bu merak üzerinden doğru bilgiye ulaştıkça kaynağa dayalı tarih merakı gelişmeye başladı. Ama burada en büyük tramva ise biz ve düşman, kahraman ve hain, Müslüman ve kâfir eksenli koca koca yalanları tarih derslerine koyan soytarılar memleket için hayırlı işler yaptıklarını düşünürken aslında eziklik, aşağılanmış psikolojisiyle tarih bilinci oluşmuş kitleleleri yarattılar. Bu ezikliği sadece devletin resmi ders kitaplarında değil Türk sinemasında bir okla üç Bizanslı öldüren filmlerle 5-6 yaşlarında çocukların beyinlerini sulandırıp tarih sevgisinden kopardılar.
En doğru tarih şuan yaşadığımız tarihtir. Dün tarih değil bize bırakılan belgelerdeki yazıtlardır. Bu yazıtları okuma ve sorgulama herkes için aynı anlamı çıkarmaz. Bu yüzden tarihte milatlar olmaz. Herkesin tarihi olsa da önemli olan tarihin akışkanlığıdır. Tarih bilincini kavramak için Felsefeyi, Etiği, dilleri, coğrafyayı, dinleri bilmezsek anca geleceğe uydurulmuş hikâyeler bırakırız.