(yun. arete; lat. virtus; fr. vertu; alm. Tugend; ing. virtue) Ahlaki yetkinlik. İyiye yöneliş ve kötüden kaçışın getirdiği ruhsal sağlamlık. Düşüncede ve davranışta iyi niteliklerin bir araya gelmesiyle belirgin ahlaki olgunluk durumu. En genel anlamda erdem iyiyi isteme eğilimidir, hatta iyiyi gerçekleştirme alışkanlığıdır. Onun alışkanlık olması kazanılmış olması anlamına gelecektir. Platon Menon diyaloğunda “Erdem bir doğa vergisidir.” diyordu. Platon’a göre erdem bir bilimdir, iyiyi gerçekleştirmek için iyi yargılamak gerekir. Aristoteles erdemi iyiyi gerçekleştirmek yatkınlığı olarak anladı, bu yatkınlık elbette kazanılmış ve süreliği olan bir yatkınlık olmalıydı. Filozof “Bir kırlangıçla yaz gelmez, tek bir eylem erdemi sağlamaz.” diyordu. Düşünce tarihinin ilk büyük ahlak kuramcısı sayabileceğimiz Aristoteles’e göre erdemli yaşam için tutkuları usla dengelemek gerekmektedir: usun belirleyiciliğinde seçim yapabilen insan iyiyi kötüden ayırmayı bilecektir. Aristoteles’e göre erdemin ne olduğunu bilmek yetmez, onu yaşamak ya da uygulamak gerekir. Erdemlilik en yüce iyiyi, mutluluğu amaçlar. Erdem yolunu her kişi mutluluğa gidiyor diye seçer. İnsan mutluluğa erdemle ulaşır, bunun için insanın mutluluğa uyarlı olması, hem bedensel hem ruhsal açıdan yeterli ya da yetkin olması gerekir. Erdem ne tutkudur, ne yetidir, yalnızca yatkınlıktır. Aristoteles de, daha sonraki filozoflar da erdem için usun belirleyici ve seçici gücünü zorunlu gördüler. Ancak us insanı aşırılıkların getirdiği yıkımlardan koruyabilecekti. Seneca’nın da belirttiği gibi erdemlilik ölçülülüktür ya da “Her erdem ölçü üzerine temellenmiştir.” (Omnia in modo est virtus). Bu yüzden ahlak anlayışları ne olursa olsun, tüm ahlakçılar erdemi insanın usunu kullanarak kendine söz geçirmesi ve tutkularını dizginlemesi olarak anlamışlardır. Descartes için erdem bir güçlülük ve kararlılık durumudur. Rousseau bu güçlülük niteliğine ağırlık vermiş, “Kavgasız erdem olmaz, utkusuz erdem hiç olmaz.” diye düşünmüştür. Demek ki kendini bırakmışlık içinde erdemli olmak olası değildir, erdem etkinlik içinde gerçekleşecektir. Ödev ahlakı düşüncesini getiren Kant için de erdem kararlılığın sağladığı güçlülükten başka bir şey değildir ve bu güçlülük en belirgin biçimde ödevlerini yerine getiren kişinin varlığında kendini gösterecektir. Jean-Jacques Rousseau gibi Kant da, Romalıların dilindeki “güçlülük” ve “erdem” özdeşlemesine uygun bir biçimde, erdemi bilinçli bireyin güçlü edimleri çerçevesinde değerlendirir. Kant ayrıca erdemliliği yüreklilik olarak anlar, ancak yürekli kişiler erdemli olabilir diye düşünür. Ona göre adaletsiz bir kişiye direnmemizi sağlayacak olan güç yürekliliğin sağlayacağı güçtür. Burada, ödev kavrayışı içinde Kant, elbette toplumsal insanı ya da toplumdaki insanı konu edinir. Ödev her zaman başkalarına yönelik bir tutarlılığı düşündürecektir. Bazı düşünürler bir toplumsal gereklilik çerçevesinde erdemliliği bir sıkıntı gibi ele alırlar. Stendhal erdemi “sıkıcı olan ve başkaları için yararlı olan eylemleri gerçekleştirme alışkanlığı” olarak tanımlar. Daha Eskiçağ’da başta Epiktetos ve Marcus Aurelius olmak üzere Stoa filozofları erdemi toplumsal yükümlülükler içinde ele alıp değerlendirmişlerdi. Onlara göre de mutluluk erdemli oluşun bir sonucuydu ya da erdem mutluluğu amaçlamalıydı. Epiktetos şöyle diyordu: “At şarkı söyleyememekten mutsuz mudur? Hayır, koşamadığı zaman mutsuzdur. Köpek uçamamaktan mutsuz mudur? Hayır, duyumsayamaz olduğu zaman mutsuzdur. İnsan aslanları boğazlayamamaktan ve olağanüstü şeyler yapamamaktan mutsuz mudur? Hayır, insan bunun için yaratılmış değildir. O ancak utancını, iyiliğini, bağlılığını, adaletliğini yitirdiği zaman, tanrıların onun ruhunda yarattığı tanrısal özellikler silinip gittiği zaman mutsuzdur.” Stoa ahlakı erdemli kişiyi bilge kişi olarak düşünür ve onu bir toplumsal örnek kavramında yüceltir. Epiktetos’a göre bilgisiz kişi iyiliği ve kötülüğü kendinden beklemeyen, başkalarından bekleyen kişidir. Bilge kişi yükümlü kişidir, gerçekte insanlar birbirleri karşısında yükümlüdürler, çünkü insanlar birbirleri için yaratılmışlardır. Eskiçağ ahlaklarının tümü elbette böylesine toplumsal uzanımlı değildir. Ahlakı bilgi sorununa bağlayan ilk büyük ahlakçı Sokrates’den sonra gelen ve “Sokrates”çi diye adlandırılan filozoflar genellikle erdemli bireyi toplumsal yükümlülüklerin dışına çıkması gereken kişi diye düşünüyorlardı, böylece bir eylem ahlakı değil bir eylemsizlik ahlakı geliştiriyorlardı. Pyrhon tüm yargıları askıya almayı (epoke), kendini dingin bir edilginliğe (ataraksia) bırakmayı öneriyordu. Ancak bu özel eylemsizlik ve dinginlik felsefelerinin dışında tüm felsefeler eylemde belli bir etkinlik payı belirlediler.
/ Boileau: “Erdemli olmaktan çok erdemin dostu olmak.” / B. Gracian: “Erdemin yalnızca kendisine gereksinimi vardır. Erdem insanı yaşamında sevimli, ölümünden sonra da anılası kılar.” / Mark Twain: “Erdemli olmak iyidir. Başkalarına erdemli olmayı öğretmek daha da iyidir… ve daha da kolaydır.” / Hesiodos: “Erdemin yolu uzun ve diktir. İnsan ilerledikçe her türlü güçlüğe karşın yol kolaylaşır.” / Herakleitos: “Erdem zafere giden en kısa yoldur.” / Fernando de Rojas: “Gerçek erdem kılıçtan daha korkunçtur.” / Montesquieu: “Cesaretsiz mutluluk, kavgasız erdem olmaz.” / J. Joubert: “Erdem ruhun sağlığıdır.” / Aristoteles: “Erdem iki kötülük arasında bir orta yerdir.” / J.P. Richer: “Erdem her zaman güzelleştirmez, kötülük her zaman çirkinleştirir.” / G.Harvey: “Kötülük erdem kılığında gezer.” / Th. Fuller: “Erdemler uyuşur, kötülükler çekişir.” / C.C. Colton: “Erdemin bitip kötülüğün başladığı çizgi pek belli değildir.” / Cervantes: “Erdemin yolu dardır, kötülüğün yolu geniş ve açıktır.” / La Rochefoucauld: “Erdemlerimiz çok zaman kılık değiştirmiş kötülüklerdir.” “Kendini beğenmişlik arkadaşlık etmeseydi erdem çok uzaklara gidemezdi.” “Zehirler nasıl ilaçların bileşimine katılırlarsa kötülükler de erdemlerin bileşimine katılırlar.” / Moliére: “Moda olan tüm kötülükler erdem yerine geçer.” / Spinoza: “Zenginliklerden ötürü kıyımla ve ölümle yüzyüze gelmiş insan örneği pek çoktur, zengin olmak için nice tehlikeyle karşı karşıya kalmış, aptallığını yaşamıyla ödemiş insan örneği de pek çoktur. Onuru elde etmek ve korumak için pek kötü acılar çekmiş insan örneği de az değildir. Aşırı hazza düşkün olmakla ölümünü çabuklaştırmış insan da sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu kötülükler, mutsuzluğumuzun ve sefaletimizin tek bir noktaya, hangi tür nesneye aşkla bağlandığımız noktasına dayanmasından geliyor gibidir. Sevilmeyen bir nesne için herhangi bir sorun olmayacaktır; bu nesne yitip gittiği zaman üzüntü duymayız, o bir başkasının eline geçtiği zaman üzülmeyiz; onunla ilgili korku, kin, kısacası herhangi bir ruhsal tedirginlik duymayız. Gelip geçici şeyleri sevdiğimiz zaman bütün bu tutkular payımıza düşecektir. (…) Ama ölümsüz ve sonsuz bir nesneye yönelen aşk ruhu arı bir sevinçle, her türlü acıdan uzak bir sevinçle dolduracaktır.”
Kaynak: Felsefe Sözlüğü, Afşar Timuçin, Bulut Yayınları, 5. Baskı, 2004, İstanbul, Sayfa: 194-196.