Alaca dağ orta-Torosların İç-Anadolu’daki arka bahçesi gibidir. Ankara’dan yola çıkan bir insan Konya'nın güneyinde bulunan Alaca Dağı’na kadar ağaca hasret kalır.
Bu dağların en güzel yanı dünyada eşi benzeri olmayan bahar ayları ve yazıdır. Bu nedenle Akdeniz sahilinde oturan Yörük'ler yüzlerce yıldır bu dağlara gelir Ekim ayının ortalarına kadar buralarda kalır, hayvanlarını yetiştirirler. Haziran ayının ortalarına kadar tepelerinde karlar yamaçlarında tüm endemik bitki türleri, çiğdemler, çalbalar(sığırkuyruğu) bereketiyle Anadolu'nun yaylacı insanlarına doğa tarafından sunulur. Arıların ve borazanların vızıltısıyla doğa kendi müziğini söyler sanki.
Aşağıda Çumra ovası sıcaktan serap gibidir. May köyü belli belirsiz seçilmez, Elmalı derenin pırıltısı Namsıza yaylasından görülür. Yaylanın güneyinde keçi kılından örülmüş Yörük çadırları, kuzeyde kavraviran köylülerinin derme-çatma taş evleri, sanki eski Berlin gibi arada dere, asla gelip gidilmez. Yaramazlık yapan çocuklara anaları Yörük’ler veririz diyerek korkuturlar...
Yörükler hepsi kupkuru kara-yağız yüzleri çatlamış erkek ve kadını sadece giyiminden anlaşılan erkeği de kadını ‘da her işi yapan insanlar. Yörük kızı Selcan'da böyle, rengârenk fistanı, mas-mavi plastik patikleri, kırmızılı-sarılı şalvarı, kıp-kırmızı yanakları bir tiyatro oyuncusu gibi dikkat çekiyor Namıza yaylasında.
Selcan on yedisine yeni girmiş güzel ‘mi güzel bir Yörük kızı, kalem gibi boyu, kınalı kızıl saçları, mas-mavi gözleriyle Namza yaylasında oturan çoban gençlerin gözdesi ama bir ceylan gibi ürkek, orta-Anadolu kekliği gibi zarif. Obasında keçi güder, odun toplar, peynir yapar, elinden gelmeyen iş yoktur Yörük kızı Selcan’ın.
Eee bu güzel kızı da sevmeyen olmaz ‘mı? Namza yaylasının yakışıklı genci yağız Hasan... Pelit ağacın ‘da boyu, kıvırcık omuzuna inmiş saçları, seyrek büyümüş sakallarıyla yakışıklı bir gençtir. Yağız Hasan Selcan'a vurgundur, Selcan'da Hasan'a...
İki âşık uzaktan uzağa birisi keçileri, diğeri koyunları otlatırken bakışırlar, Hasan yanık sesiyle türküler söyler Selcan heyecanla uzaktan kısık radyo sesi gibi gelen müziği can kulağıyla dinlerdi. Hasan sırtında yünden yapılmış kaba kepeneği, elinde up-uzun sopası, sırtında elle dokunmuş heybesiyle cesaretini toplayıp Yörük kızı Selcan’ın yanına gelip anlamlı anlamsız...
-bu sene yazlar serin olacak yaylada dedi...
Selcan heyecandan konuşamadı bile, tebessüm etti yaylanın ayazından kıp-kırmızı olmuş yanakları tarifi olmayan bir renge büründü ama Hasan o tebessümden sonra durur ‘mu? Cesaretiyle havadan sudan konuşmalar samimi bir havaya dönüşüp sürekli olmaya başladı. Artık Namıza yaylasında hasan ile Selcan’ın aşkını duymayan kalmamıştı.
Hasan'ın aşkına anası, babası ses çıkarmıyor bilakis içten içe seviniyorlardı. Çünkü Yörük kızı çalışkan olur, diri olur, büyüğünü bilir küçüğünü kollar diyorlardı ama gel-gelelim Selcan’ın ailesi duyunca kıyamet kopmuştu. Belki de kendilerince haklıydılar. Onlar için bu gün Alaca Dağ’da yarın karaman ilinde kışın Silifke ovasında konar-göçer insanlardı. Büyüttükleri kızlarını gurbet ele vermek zor olmalıydı. Zaten güz mevsimi yavaş yavaş kendini hissettiriyor, Namza yaylası sakinleri birer birer köye iniyorlar, Yörükler ‘de göç hazırlıkların başlıyorlardı.
Hasan'da, Selcan'da güz mevsiminin hüznünü içlerinde hissetmeye başlamış ayrılık korkusu sarmıştı yüreklerini. Hasan’ın köye indiği bir günde ansızın apar-topar Yörük’ler göç hazırlıklarına başlamış, çadırlar sökülmüş develere yüklenmiş, yola koyulmuşlardı. Hasan yaylaya döndüğünde Yörük çadırlarının yerinde olmadığını görünce içinde ateşi olmayan zehir dolu bir yangın çıkmış, nefes alamıyordu. Sanki Hasan’ın bir yarısı Yörük kervanıyla yola çıkmış kendini eksik, nefessiz hissediyordu. Kafasından yüzlerce sorular geçti. ya bir daha gelmezse, ya başkasına verirlerse Selcan'ı. Yok ya Nisanda gelirler o zaman vermezlerse alır kaçırırım diye yanan yüreğine su serpiyordu sanki.
Gel zaman git zaman nisan oldu. Oldu ‘da Hasan'ın ömründen ömürler gitti sanki. Hasan heyecandan ölüyordu Selca'nın tekrar yaylaya geleceğinin özlemiyle içi içene sığmıyordu. Yörük kervanları Namıza yaylasına gelip çadırları kurulunca Hasan’ının giden yarısı geldi sanki yeniden nefes aldığını hissetti bir an. İçi içine sığmıyordu sevinçten.
Hasan heyecanla sağa baktı, sola baktı Selcan'ı göremedi. Dayanamadı ve sonunda Elmalı derede bulunan Çeşme'ye gelen bir Yörük kızına Selcan'ı sordu. Sordu ‘da cevabını bile anlamadan üzerinden kaymalar sular dökülmüş Hasan giden yarısına diğer yarısı eklenmişti.
Yörük kızı anlatmaya başladı, Selcan Karaman’da göç anında yağmurlar başladığı, keçi sürüleriyle Göksu deresinde sel baskınına yakalanmış, onlarca keçi ve kendisi Göksu deresinin asi sularıyla yok olmuş 21 gün sonra ta Silifke ovasında cesedi bulunmuştu. Kız anlattıkça anlatıyor ama Hasan hiç bir şey anlamayıp yere oturmuş dizlerinin arasına kafasını dayayıp bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlıyordu.
O gündür bu gündür Hasan yemeden içmeden kesilmiş, kimseyle konuşmuyor aklını yitirmiş, mecnuna dönmüştü. Ailesi ise zamanla unutur başka bir kız buluruz havasında olup Hasana fazla seslenmiyorlardı. Hasan artık hayalleriyle yaşayan Selcan'la yatıp Selcan'la kalkan biri olmuştu. Bir gün Alaca dağının doğu yamaçlarının aşağısında cin deresi bölgesinde koyunlarını otlatırken uyuya kalıyor ve rüyasında Selcan’ın gelinlikle kendisini beklediğini görüyor ve bir anda terler içinde uyanan Hasan hemen filtresiz Bafra sigarasından yakıyor. Rüyanın etkisinden kurtulamayan Hasan o an neler düşündü bilinmez ama yanında bulunan tüfekle intihar ediyor.
Herkesin Cin deresi dendiği bu vadiye Hasan’ın ölümünden sonra Yağız Hasan deresi denilmeye başlanıyor.