Son kulvara girilen seçim maratonunda siyasal aktörler kendi iç dinamiklerinden çok karşıt cephenin siyasal davranışlarına göre gardını almaktadır.
1950 yılından buyana Türk demokrasisi genel hatlarıyla çok partili sürece liderler sultansı ve oy kaygıları ekseninde bakmış, bu güne kadar biriken siyasal açmaz ve hastalıkların temel sebebi olmuştur.
Genel hatlarıyla sağcı, liberal, muhafazakâr partiler ideolojik ilkelerden çok iktidar temelli sermaye-din-millet terminolojik terimleri kalkan edip, her şeyi mubah ekseninde değerlendirmiş, sınıfsal-toplumsal değişim ve dönüşüm kaygıları olmamıştır. Yeni bir cumhuriyet kuran Anadolu toplumsal yapısının değişim ve dönüşümü sermaye partileri için anlam ifade etmemiştir. Son 70 yıllık siyasal arenada dönem dönem ordu-derin devlet eliyle bazen feodalizmi bazen muhafazakârlığı, bazen milli değerleri kullanarak Atatürk’ün ölümünden sonra devrimsel süreci tamamlayamamış cumhuriyet kazanımlarına karşıt yapıların destek merkezi haline gelmişlerdir.
Bu yapılar; içinde barındırdığı sosyal kültürel olgular gereği merkeziyetçi ve lider eksenli partiler olduğu için demokrasi algısı sadece seçim eksenli bir sarmala dönüşmüştür. Bu parti seçmenleri hiç bir zaman demokratik seçim Ruhu değil, önlerine sunulan adaylara oy vermekten öteye geçmemiştir.
Sağ, merkeziyetçi, muhafazakâr partilerin bu süreci asla tabanın sosyolojik algılarıyla çelişmediği için biz sol, sosyalist, sosyal demokrat mahalle için önemi olmamıştır. Fakat bu Sağ mahallenin hastalıkları son 40 yıldır solun ana omurgasını oluşturan CHP ve nezdinde sosyalist partilere de bulaşmıştır.
1970'lerden sonra Sağdan bir fazla milletvekili alabilme adına bazen tarikatlardan, bazen etnik yapılardan, bazen sanat edebiyat veya spor camiasından, bazen de sağdan ithal aday transferi yaparak kendi sınıfsal, ideolojik veya cumhuriyet değerleriyle örtüşmeyen duruşlarıyla aslında parti-içi demokrasi ve partiye gönül vermiş kadrolara çok büyük zararlar vermiştir...
Son dönemde siyasal okumalar yaptığımızda iki kutuplu bir seçim atmosferine girerken artık kimin nerden ve nasıl baktığını bile anlamakta zorlanabiliyoruz. Belki Cumhurbaşkanı seçim gerekçelerini anlayabiliriz ama partilerin milletvekili tercihleri veya milletvekili profilleri tam bir paradoks ve içler acısı bir durum...
Kendi siyasal cenahımızın ve yerel bölgemizin milletvekili aday adaylarının profil, meslek, statü ve parti ilişkilerine bakınca bu kaygıyı duymamak elde değil.
Yıllarca ilçe, il başkanlığı yaparak partinin her kademesinde yılmadan çalışan insanların hiç ilimizle, siyasal görüşümüzle alakası olmayan ve sadece milletvekili aday adaylığı ile mesleki statüsel çıkar peşinde koşanların aynı potada değerlendirilmesi hep sosyal demokrat kimlikle hem de CHP ilkeleriyle asla örtüşmez...
Konya nasılsa muhafazakâr bir şehir ve çıkaracağımız milletvekili sayısı belli gibi ucube ve ön yargılı planlar ve hesaplar partimiz için canla başla çalışan insanların hem şevkini kıracak hem de parti-içi dokuya zarar verecektir.
Konya muhafazakâr kökenli atfedilen bir seçim bölgesi değil, bundan 40 yıl önce CHP genel sekreteri çıkarmış, CHP’nin her döneminde mecliste partimizi temsilen milletvekili çıkarmıştır.
Artık Konya’da kendimizden, partinin her kademesinde mücadele etmiş, il başkanlığı yapmış değerli kardeşimiz avukat Barış Bektaş 'ı görmek bizim en demokratik hakkımızdır.