Bir yandan emperyalist istilacılara karşı savaş veren yurtseverler, bir yandan yurtseverlere köstek olmaya çalışan Ali Galip komploları ve Vahdettin’in desteklediği Anzavur, Düzce, Bolu, Çapanoğlu isyanları, iş savaşın başladığının göstergesiydi. Bunlar gelişirken meclis dağıtıldı. Damat Ferit, şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi fetvayla iç savaşı resmileştirdiler, dahi, dinselleştirilmiş, din üzerinden fetvalar verildi.
Fetvalarda, “Milli Mücadele’ye katılanları öldürmek meşru ve farz; Padişah-Halife’nin bu yöndeki buyruklarına uymak vacip, millicilerle savaşımdan kaçmak büyük günah, onları öldürenler ‘gazi’, bu uğurda ölenler ‘şehit” deniyordu.
İç savaş için “Kuva’yi İnzibatiye” (Hilafet Ordusu) adında paralı bir ordu kurudular. Hareket Konya’da yayıldı. İç savaş için İstanbul para, silah, subay, kışkırtıcı ajanlar sağlıyor ve İngilizler de bu konuda yardımlarını esirgemiyordu. Sonunda iç savaş, 23 Nisan 1920’de kurulan Büyük Millet Meçlisinin hükümeti ve onun önderi Mustafa Kemal kazandı, ülkeye tebelleş olmuş şeyhlik, ağalık, ortaçağ düzeni önderliğini sürdüren Padişah ve Halife süpürülüyordu ülkeden.
1918-1922 yılları büyük olaylar ve ölümü hiçe sayan sağlam iradeli mücadele günleriydi. Emperyalistler Anadolu’yu pay etmişler; Türk’e yaşama hakkını yok saymışlardı. Kimilerine göre Türkler artık yoktu. Kırpılmış bir bölge Türklere ayrılmış, 14 Maddenin yaratıcısı Wilson, alaycı bir biçimde “Türkiye olmayacak” demişti. İşte Sevr Antlaşması’nın asıl ana düşüncesi buydu.
Osmanlı Padişahı Vahdettin, öbür Osmanlı hanedanları gibi meşrutiyet yanlısı değildi. Vahdettin’in bu kirli kilit rolünden anlaşıldığı kadarıyla, tahtını fazlaca sevmesi, büyük bir arzu ile İngilizlere yanaşması, onların kanatları altında korumaya sığınması dahi, İngilizlerle işbirliği yapması, salt tahta kalabilmek için başından boynunu eğerek, İngilizlere fazla güvenmesindendi.
İşte tam bu hıyanetlik içinde ülke parçalanmışken bir dahi Atatürk, olağanüstü bir komutan ve devlet adamı olarak ortaya çıkması, Türk milleti için büyük bir talihti. Milli Mücadelede önder olması ayrıca daha büyük bir şanstı. Kuşkusuz hain olmadıkları ama tez canlı, aceleci, düşünmeden karar veren Harbiye Nazırı Enver Paşa’da kaçmıştı.
Yunan askerleri, Batılı Emperyalistlerin kışkışıyla 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkar. Yunanlıların amacı girip çıkmak değildi, süresiz yerleşmek amacıyla gelmişlerdi. Asıl tehlike buydu. Çünkü emperyalistler geldikleri gibi giderlerdi. Yunanlılar Afyona kadar ilerledikleri yerlerdeki Türkleri tedirgin ederek, etnik katliamlara uğratarak ilerlemişlerdi. İşte zaman gelmiş, Mustafa Kemal Samsun’a çıkar 19 Mayıs 1919. Oradan başlar Milli Mücadelenin başlamasına.
Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920’de itilaf barış tasarımı olarak Paris’te Tevfik’e sunuldu. Tevfik Sevr Antlaşmasına bakıp edindiği izlenimde Türklere: “bağımsızlık kalmadığı gibi, devlette kalmıyor” diye bildirdi. Bu Sevr’e göre: Doğu Trakya, İzmir, Manisa, Ayvalık bölgesi Yunanlılara; Tirebolu, Erzincan, Gümüşhane, Muş, Bitlis Ermenilere; Ermenistan dışında Güneydoğu Anadolu Kürtler; Mardin, Urfa, Antep, Ceyhan Suriye’ye; İstanbul boğazları, Marmara kıyıları uluslar arası “devlet” olan Boğazlar Komisyonuna kalıyordu. Osmanlı “rahat durduğu sürece” İstanbul’u başkent olarak kullanabilecekti.
Orta vadede Yunanistan’a katılması düşünülmüş olan Antalya, Silifke, Aksaray, Niğde, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Aydın, Muğla bölgeleri İtalyan nüfus bölgeleri oluyordu. Dahi, orta vadede ihtimal, Ermenistan’a katılacak olan Mersin, Adana, Maraş, Diyarbakır, Silvan, Elazığ, Sivas, Arapkir, Tokat Fransız nüfus alanları içinde.
Osmanlı şimdilik yabancı boyunduruğunda, yabacı subayların emrinde, elinden ağır silahları alınmış, hava savunması olmayan, salt 50 bin jandarma ve yardımcı güçleri dışında 700 saray muhafızlarından ibaret bir hafif güç olacaktı. Yani ordusu olmayacaktı. Maliyesi itilaf güçlerin oluşturduğu bir komisyonun denetiminde kalacaktı. Adına “devlet” denirse maliyesi de olmayan bir kukla devlet olacaktı.
Bu Sevr Antlaşması pek çok Türkleri şoka soktu, Milli Mücadelenin yükseliş meşalesini ateşledi. Kuva-yi Milliye’ye son verilerek düzenli orduya geçildi. Sarıkamış kurtarıldı, Konya Delibaş İsyanı bastırıldı. 1. İnönü Zaferi 10 Ocak 1921’de Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanıldı. 16 Mart 1921’de Moskova ile Barış ve Dostluk Antlaşması yapılarak, Sovyetlerle yakın ilişkiler kuruldu, para ve silah yardımları alındı.
Konya isyanı ve İstiklal Mahkemeleri:
Ülke genelinde İstiklal Mahkemelerinin nedeni, Milli Mücadeleye karşı koyan, padişah yanlısı gerici güçlerdi. Konya İstiklal Mahkeme, bölgede çıkan isyanların başını çeken gerici zihniyetli Konya’da çıkan Delibaş Ayaklanmasıydı. Konya’da meydana çıkan bu Delibaş Ayaklanmasının soruşturulması yürütmek, ayaklanmanın çıkış nedenlerini araştırmak, meclisi aydınlatmak ve bölgede otoriteyi sağlamak amacıyla İstiklal Mahkemesi kurulmuştu.
Konya ayaklanmasının yarattığı tehlike üzerine, Konya’da kurulan İstiklal Mahkemesi, ayaklanma davalarının ayrı bir biçimde 20 Kasım tarihinde göreve başlar ve 18 Şubat 1921 yılına kadar sürdü.
Özellikle Mustafa Kemal’in isteğiyle Ferid, Fuat ve Şevki Beylerden oluşan bir kurul, araştırmalar yapmaları için görevlendirilirler. Daha sonra 41 imzalı önergeyle 7 kişilik bir kurulun bu ayaklanma hakkında rapor hazırlanması, ayaklanmayla ilgisi olup da hatır için bırakılmış olanlarla iftiraya uğrayanların mağduriyetine sebep olanların İstiklal Mahkemesine verilmeleri istendi. Ayaklanmadan sonra Konya’da bir harp divanı bulunması kanuna aykırı olduğu gibi, bu organların çalışmalarında da hoşlanılmıyordu. Sonunda hükümetin isteği kabul edilerek üç kişilik bir kurul gönderildi.
Konya’da başlayan Delibaş Ayaklanması, bütün Konya’ya mal edilmemesi için derin bir araştırma yapılır, olayla ilgili topluluklar, suçlara göre,
1- Zorla ayaklanmaya katılanlar ile
2- Cahil, kandırılmış ve fikir yönünden etkisi olmayanların, yumuşak,
3- Kişisel ve mali yönden halka etki eden ve bu yolla ayaklanmaya katılanların, Şiddetli” cezalandırılmaları uygun görüldü.
Konya’da ivedi bir biçimde 10’u aşkın harp divanı çalışmalara başlar. Konya merkezden 800 ve civarında 1500’den fazla tutuklu bulunuyordu. Yüzlerce insan, “İsyana katılmıştır” diye tutuklanıyordu. Konya hapishanelerinde yer kalmamıştı. Konya İstiklal Mahkemesi kurulana kadar, kim suçlu, kim suçsuzdu ayırt edilmiyor, birbirine karıştırılıyordu. Ayaklanmaya katılan 2000’den fazla isyancının 700 tanesi idamla cezalandırılmış, geri kalanların cezaları kürek, hapis, kal’a-bend, nefy ve teb’id cezalara çarptırılmıştı. Halk bu suçlamaları bir tür intikam olarak görüyordu.
Mahkeme, Konya’ya varışının ertesi günü yayınladığı bir bildiriyle, çalışmalarına son verdiği harp divanını elinde bulunan davaları devraldı. Daha sonra İstiklal Mahkemelerinin amacını belirten ve asker kaçaklarına af tanıyan beyannamesini yayınladı. Tebellüğ listeleri gelmeye başladı Hakkında delil olmayanların yargılanması ertelendi. Delil olanların davalarına bakılmaya başlandı. Mahkeme şiddetli davranışı uygun görmeyip yumuşak ve anlayışlı bir uygulamada bulundu. Ayaklanmaya katıldıkları sabit olmayan ve diğer suçlarla ilişkisi bulunmayanların serbest bırakılmasına, şüpheli görülenlerin ise tutuklanmasına karar verildi.
2 Ekim 1920 yılında Konya’da çıkarılmış olan ayaklanmalar, askeri ve milis güçler tarafından bastırıldı. İstiklal Mahkemelerinin çalışmalarıyla Konya ve bölgesi, Milli mücadelenin en verimli bölgesi oldu.
Bozguncu ve gerici propagandayla kandırarak, Milli Mücadeleye karşı halkı kışkırtıyordu: “Kim bunlar (Milli Mücadeleye katılanlar) birlikte Yunanlılara karşı giderse şeran kâfirdir.” Diyerek halkı kışkırtarak Kuvayi Millicilere karşı ayaklanma çıkartan isyankâr başı Delibaş ve arkadaşlarının amacı, kendilerine göre bir geçici hükümet kurmak ve hareketlerini kazalara kadar yaydıktan sonra, Afyon’a kadar işkâl eden Yunanlılarla birleşip Ankara’ya saldırmak ve İstanbul yolunu açmaktı.
1 Ekim 1920 yılından 18 Şubat 1921’e kadar şu uygulamalarda bulundu:
"Mahkemeye gelen maznun miktarı 3600
Âdem-i mesuliyet ve beraat 575
İdam 2
Müeeccelen idam
Gıyaben idam 1
Kalebent ve kürek 105
Muhtelif cezalarla mahkûmiyet 2917
Konya İstiklal Mahkemesi, çoğunluğu ayaklanmayla ilgili olmak üzere 805 kişiyi cezalandırdı. Ceza verilmesine neden suçlar şöyle:
“Alz-ü gasp 11, Mal satmak 1, Firara teşvik 3, firar 241, Casus 24, Menfi propaganda 2i Firariyi himaye 5, Firara sebebiyet, 3, Dai-i şüphe 1, Miri mal satmak 1, Fuhşa teşvik 1, Firar ve şekavet, Dövme 1, Muhalefet 3, Hakaret 5, Rüşvet 15, Düşmana hizmet 6, Vatana ihanet 43, Hırsızlık 23, Rüşvet ve firara1, Irza tecavüz 22, Vazifeden firar 1, Hıyaneti vataniye 8, Sahtekârlık 18, Kaçakçılık 2, Vazifeyi ihmal 1, Hükümet aleyhtarı 1, Serseri 1. Kadın kaçırma 2, Vazifeyi suiistimal 9, İhtilas 1, Silah saklamak 5, Kanuna muhalif 4, Vazifeyi terk 1, İsyan 157, Silah taşımak 4, Katil 10, Yağmacı 1, İsyana iştirak 6, Şekavet 94, Düşmana yataklık 2, Yalan beyan 1, İsyan ve katil 1, Şüpheli şahıs 20, Düşmana yardım 8, Yalan ihbar 1, İşkence 4 Tahkir 3, Emre itaatsizlik 1, Yaralama 1, Katil şekavet 4, Tezvirat 10, Mahkûm kaçırma 1, Yataklık 10, Eşyayı askeriyenin ziyanına sebebiyet 2, Vapura adam kaçırma 2, Mal kaçırma 2, Fiil-i şini 2”
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na dâhil Zeynel Abidin ve Delibaş’ın başkalarına ibret olsun diye en ağır biçimde cezalandırıldı ve sert bir biçimde idama çarptırıldılar.
Delibaş Mehmet ve Aynı Kafalılar:
Dincide sonu gelmeyen propaganda “din elden gidiyor” yalanı bu ülkenin belası.
Konya bölgesinde Delibaş Mehmet adlı bir yobaz türedi. O’da bütün yobazlar gibi “Din elden gidiyor” diyerek çevresine toparladığı birçok çapulcuyu silahlandırarak milli ordulara kaşı isyan etti. Kurtuluş mücadelesi telaşı içindeki milli askerleri sırtlarından vurmaya başladılar…
3 Ekim 1920’de çete başı Delibaş yandaşları, Konya’ya da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerini öldürdüler. Bunun üzerine, Ankara’dan gönderilen milli birliklere karşı koyamayıp yenilince, kaçıp Fransızlara sığındı. Daha sonra Yunan ordusunda çavuş olmuş. Eski arkadaşlarına yeniden “din elden gidiyor” diyerek milli ordulara karşı yanında toplamak amacıyla yeniden Konya’ya geri döner ama kendi adamları tarafından “yeter ulan” diyerek öldürülür…
Hain bitmez, elinde din silahı oldukça, “din elden gidiyor” diye sağa sola sallayıp dururlar. Çapanoğlu, Anzavur, Sofu Ali. Bunlar Kurtuluş Savaşına köstek olmuşlar dahi, maddi ve manevi Cumhuriyete her zaman düşmanları olmuş günümüze kadar uzanan nesilleri bırakmışlardır.
Bu nesillere bakın Tanrı aşkına bir kere insan gözüyle! Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, çeteleşmek, kendileri gibi düşünmeyenlere d-saldırmak ve canlarına kastetmek bunlarda. Savunmasız oğlan çocuklara, korumasız kız çocuklarına tecavüz etmek bunlarda, her kötülüklerine bir kılıf bulmak, entrikalar üretmek bunlarda. Bunlar bu pisliklerini sorunsuz yürütebilmek için cumhuriyet ve demokratik sistemden rahatsızlar…
Bunlar Milli bayramları kutlamamak için akıl almaz yollara başvuruyorlar, entrikalar yaparak, bir bahane mutlak bularak milli bayramların özünü buduyorlar, yeri ve zamanı gelince de tamamını kaldırmak için zemin kolluyorlar.,
Bayramları tamamen ortadan kaldıramadıkları için önce anlamını ve halkın gözündeki değerini, değersizleştirmek istiyorlar. Neymiş gerekçe: “son günlerde gelen şehit haberleri” imiş, o nedenler “23 Nisan resepsiyon” bölümlerini iptal ediyorlar.
Hep aynı oyun, bu milletin milli değerleri üzerinde oynatılıyor: 30 Ağustos’u, 29 Ekim’i, 19 Mayıs’ı kaç yıldır bu bahane ile yok saydılar, yok saymaya devam ediyorlar. Gerekçeler hep benzer biçimde: “Her gün şehit haberlerinin geldiği bir ortamda kutlamalar yapmanın doğru olmadığı” anlamsız gerekçeler altında yatan hain niyettir.
Bu kutlama bir devletin yeniden inşası için sembolik bir kutlamasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ulusal egemenliği temsilen bir araya gelmesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde verilen resepsiyon bir anı kutlamadır ama bu öyle davullu zurnalı, halaylı göbek atmalı bir kutlama gibi düğün kutlaması değildir.
Ama bakın, her gün reklamları için zilli, davullu, zurnalı açılışlar, aynı anda göğsünden vurulup şehit düşenler varken yapılıyordu. Devletin bütün tepesi oldukça gürültülü bir havada stat açmadılar mı? Top çevirip sahada keyfilerine göre gol atmadılar mı? Dahi, şehit cenazelere her gün gelirken Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar sazlı, sözlü düğünlere katıldılar hatta şahitleri bile oldular!
Ancak Cumhuriyet ve değerlerine aykırı bir zihniyet, tamamen kaldıramadığı milli bayramları işte böyle bahanelerle ve parça parça, öyle hile ve desise ile 23 Nisan Cumhuriyet’in temelini atan ve Kurtuluş Savaşı’nın verilmesini sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümü gününü işlevsiz geleneksiz hale getirme kötü niyette değilse nedir acaba? Daha ileride güçlendikçe, bitleriniz kaynadıkça, zor kullanılarak fiili durum getirebilirsiniz korkusu yaygınlaşıyor zihinlerde…