Av. Mustafa Bademci ile röportaj
Av. Mustafa Bademci ile röportaj
Bu haftaki röportaj konuğumuz Eğitimci, gazeteci, yazar ve Avukat Mustafa Bademci ile dolu dolu yaşadığı çocukluk ve gençlik anılarını Seydişehir Gündem İnternet portalımıza paylaştı.
Gazeteci yayın yönetmeni Enver Haykır sordu? Av Mustafa Bademci yanıtladı!
Nasıl yanıtlar aldık? Bu keyifli röportaja hemen başlayalım.
1-Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1946 Yılında, Seydişehir’in Akçalar Köyü’nde doğdum. İlkokulu Akçalar ’da okudum. 1960 Yılında Seydişehir Mahmut Esat Orta Okulu’nu bitirince orta öğrenimi Akşehir İlk öğretmen Okulu’nda yatılı öğrenci olarak tamamladım. 1963 Yılında ilkokul öğretmenliğine başladım. O zamanlar Türk Milli Eğitimi vekil öğretmenler, yedek subay öğretmenler, Köy Enstitülü öğretmenler, ortaokul çıkışlı öğretmenler, eğitmenler ve öğretmen okulu çıkışlı öğretmenler ile yürütülüyordu. Bu topluluğun arasına, 1961 yılından başlayarak Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen kimi “Barış Gönüllüleri” de köy kalkınmasında uzman olarak katılmıştır.
Yurdun değişik yörelerinde, İlkokul Öğretmeni olarak çalışırken okul dışından Beyşehir Lisesi’ni ve 1972’de İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Askerliğimi de Öğretmen olarak yaptım. 1974 Yılında Seydişehir’de serbest Avukat olarak çalışmaya başladım.
2-Seydişehir’de kaç yıl avukatlık yaptınız?
1974- 1985 yılları arasında Seydişehir’de 11 yıl avukatlık yaptım.
3-O tarihte gençlik olayları nasıldı?
1968 Yılı Mayıs Ayı’nda Fransa’da başlayan öğrenci olayları, işçiler ve halkın da desteğiyle giderek büyümüş, bütün Dünya’ya yayılmıştı. Benzeri olaylar aynı yılın Haziran ayında ilk olarak Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası Orta Bahçe’de başladı. İdare Hukuku sınavından çıkıyorduk. Bir de baktık ki, “Tatlım, tatlım..." diyerek konuşan bir arkadaşımız el kol hareketleri yaparak ve ününün yettiğince bağırarak öğrenci sorunlarını anlatmaya çalışıyordu...
Sınav tedirginliği içindeki öğrenciler hepimiz orada toplandık. Her kafadan bir ses. Olaylar gittikçe büyümeye başlamıştı. Ankara'ya da sıçradı.
O dönemde üniversite öğrencilerinin eğitim sorunları başta olmak üzere, sağlık ve barınma sorunları, gerçekten çekilmez halde bulunuyordu.
Örneğin İstanbul Hukuk'ta, yazılı ve sözlü sınavlardan geçer not almasına karşın, not ortalaması “iyi” tutmayan öğrenci Hukuk Fakültesi 1. Sınıftan ayrılmak zorunda kalıyordu.
Devlet’in İstanbul’da; Çapa ve Kadırga’da olmak üzere sadece iki yüksek öğrenci yurdu vardı. Üniversite öğrencileri zor koşullarda barınıyordu. Sağlık sorunları da öyle…
O yüzden bütün öğrenciler boykotu destekliyordu.
Karar verildi.“ Sağ sol yok. Boykot var.” diye kara tahtaya yazıldı. Kara tahta, Orta Bahçe’nin merkezine konuldu.
1968 Öğrenci Hareketi ‘ni zamanın yöneticileri ilk önce anlayışla karşılamış ve Üniversite Reformu yapılacağı sözünü vermişti. Ne var ki verilen söz zamana yayılarak unutturulmak istendi. Bu yüzden öğrenci olayları yeniden alevlendi...
İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin toplantı yaptığı salonu polis bastı ve çıkan olaylarda Teknik Üniversite Öğrencisi Vedat Demircioğlu yaşamını yitirmişti...
İlerleyen zaman içinde öğrenci hareketlerine,6. Filo Olayları, 15-16 Haziran İşçi Hareketi ve Memurlar da (Türkiye Öğretmenler Sendikası) katılınca olaylar çığırından çıkıyordu...
Seydişehir’e gelince: 1975 yılında başlayarak iki dönem Cumhuriyet Halk Partisi’nin İlçe Başkanlığını yaptığım sırada Alüminyum Fabrikası Seydişehir’de yeni kuruluyordu. Ufak bir kasaba olan ilçeye yurdun dört bir yanından insan kalabalıklarının para kazanmak için nasıl akışıp geldiğini gözlemliyordum.
Para, toplumu hazırlıksız yakalamıştı. Vurmalar, kırmalar, kavgalar, dövüşler arasında Rumeli taraflarının sevda şarkılarını Kars Karşılaması karşılıyordu. Antalya Spor Seydişehir’e kamp yapmaya, Ankara’dan yüksek bürokrat Seydişehir’e gezmeye geliyordu. Ve 1975 yılına girilirken 8500 sigortalı işçisi, Rus teknisyenleriyle fabrika tam kapasiteyle çalışmaya başladı.
6-7 bin nüfuslu Seydişehir’e beklenmedik ve yoğun şekilde akışıp gelen nüfus hareketi akla hayale gelmeyecek olayların yaşanmasına neden oluyordu. İşçi olayları, gençlik hareketleri birbirini izliyordu. İlçede yaşanan para hareketi ve toplumsal olaylar özgün kültürü yok ettiği gibi, çevreyi de kirletiyordu.
Bu karmaşa içinde, SEYDİŞEHİR’İN SESİ GAZETESİ’Nİ yayın yaşamına kazandırmıştım. Gazetenin, başlı başına göz yaşartıcı bir öyküsü vardır.
MORTAŞ adlı romanı yazarak, Seydişehir’de yaşanan bu toplumsal hareketi gelecek kuşakların ilgisine sunmak istedim.
4-İzmir’e taşınma kararınız nasıl oldu?
12 Eylül’den sonra ülkede yaşam yeniden şekillenmeye başlamıştı. Çocuklarımızın öğrenim durumu düşündürdüğü gibi, kendim de yorgun düşmüştüm. Ayrıca İzmir Hukuk Fakültesi’nde mesleğimle ilgili uzmanlık çalışmaları yapmak istiyordum. Nitekim İzmir’e gelir gelmez yabancı dil kurslarına başladım. Ne var ki, büyük şehrin dağdağası bu çalışmamızı engelledi.
İzmir’e taşınmamızın sevindirici yanı, çocuklarımızın İzmir’de üniversite öğrenimi görmüş olmaları ve yurtdışındaki eğitim olanaklarıyla tanışmış bulunmalarıdır.
5-İzmir günleriniz nasıl geçti?
İzmir Türklerin sevinci, Akdeniz’in incisidir. Seydişehir Çavuş Boğazı’nın insanı ve Beyşehir nüfusunun önemli bir kesimi İzmir ellidir. Büromuza gelen bir İzmirli benim de Konyalı olduğumu bilmeden: “İzmir’i Kocaköy yapan Konyalılardır.” diyordu. Konya’dan tanıştığımız kimi dostlar da 12 Eylül’den sonra İzmir’e yerleşti. Burada Konya anıları ve İzmir günleri birbirine karışmış durumda. Mesleki çalışmalar da eklenince zaman geçip gidiyor.
6-Kitap yazma merakınız nasıl başladı?
2. Dünya Savaşı’nın da ülkeye verdiği sıkıntılarla birebir yüzleşerek yaşadığımız için bizim kuşağın yaşam öyküsü acılıdır. 1957- 58 döneminde başladığımız ortaokulu çoğu günler, Akçalar – Seydişehir yolunu elimizde azık bohçası ile yaya gidip gelerek bitirebildik. Ortaokuldan sonra Akşehir İlk öğretmen Okulu’nda yatılı okuyabilmiş olmak, benim için büyük şans oldu.
1963 yılı 30 Temmuz’unda öğleye doğru, tayin yerimi öğrenmek için, Konya Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmem gerekti. Seydişehir’den günde bir kez kalkan sabah postasını kaçırmıştım. Beyşehir’e giden, kapıları birbirine urganla sarılı bir nohut kamyonunda yer bulabildim. Uzun bir yol serüveni yaşayarak akşama doğru Konya Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ulaştığımda, Beyşehir- Gönen Köyü İlkokulu’na Müdür Vekili olarak atamanız yapıldı, dediler. 17 yaşındaydım. Ana yola 7 km. uzaklığındaki Gönen Köy ’ün yolu yoktu. İlkokulda, birleştirilmiş beş sınıf ve 36 öğrenci vardı…
Yeni düşünler, yenidünyalar, yeni ufuklar Gönen Köy ’de buldu beni. Yaşamım boyunca bezgin bakışlar, ağlar gibi gülüşler, acımasız vuruşlar zihnimde yer etti. Hiç durmadan kalkıp inen kirli elleri, uzanan sivri dilleri, sevgi dolu bakışları, onurlu dik duruşları unutmam mümkün değildi. Yazmaya başladım.
7-Şimdiye kadar kaç kitap çıkardınız? Yeni hazırlık var mı?
Bugüne dek beş kitabım yayımlandı. Kimi çalışmalarım basım ve yayın için sırada beklemekte…
8-Sosyal medya ve İnternet yasası çıktı. Hayatımızı nasıl etkileyecek?
13 Ekim 2022’de kabul edilen “Basın Kanunu ve Bazı Konularda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 40 Maddeden oluşmakta, Sosyal medya kullanıcıları, internet gazetecileri ve sosyal medya platformlarının tümünü kapsamaktadır. “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel Sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde yayan (dezenformasyon) kimse, 1- 3 yıl arası hapis cezasına çarptırılmaktadır (Madde:29). Failin gerçek kimliğini gizlediği ve/veya suçun bir örgüt faaliyeti çerçevesinde gerçekleştiği durumlarda ceza yarı yarıya artıyor.
9-Gazeteciler nasıl etkilenecek?
Kanunda halkı yanıltıcı bilgi, gerçeğe aykırı bilgi, halk arasında endişe, korku, panik yaratma saiki gibi kavramların tanımlanmalarına yer verilmiyor.
Ayrıca kanun, internet haber sitelerinde çalışanların basın kartı alabilmesinin önünü açıyor ve halkı yanıltıcı bilgi yayanların basın kartının iptal edilebileceğini öngörüyor.
10-Eskiden Avukatlık nasıldı? Şimdi nasıl?
İnsan haklarını hep tartışır dururuz. Bu hakların hepsi de dünden bugüne sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bunun bir tek istisnası vardır ki ne yapılsa edilse de sınırlandırılamamıştır. İşte o hak, savunma hakkıdır. Biz avukatlar, savunma hakkı denen bir özgürlük denizinde kulaç atan savunmanlarız. Bu denizin suları, yalçın kayaların göğsünden fışkıran pınarların, berrak ve serin suları gibidir. İçtikçe içesiniz gelir. Tadı damağınızda kalır. Hepimiz, bu sulardan kana kana içmeyi çok isteriz de kimimiz bir damla, kimimiz bir fincan, kimimiz bir sürahi… İçebiliriz. Kana kana içmekle yetinmeyip bu suların içinde sere serpe yıkananları bile gördüm ben. İnsana yaşama sevinci veren o berrak sulardan içebildiniz mi savunmanlık denen kutsal uğraştan, sizi hiçbir şey alıkoyamaz. Savunmanlık Dünya’nın her yerinde aynıdır; bu değişmez. Dün de bugün de yarın da…
11-Seydişehir’i özlüyor muşunuz?
Seydişehir, Zümrüt Şehir. İlahi emirle kurulan ikinci şehir (Medine-i Sani), Seydişehri... Oradaki zamanları, acı tatlı anıları unutmak mümkün mü?
12-Son olarak ne söylemek istersiniz?
Sağlık ve mutluluk dileklerimle…
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür eder sağlıklı günler dileriz..
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.